M①④

740 132 61
                                    

Arkamızdaki bombaları yara almadan atlattıktan sonra biraz soluklanmak için durduk.

"Tanrım," dedi Luke nefeslerinin arasından. "Bu Feel denen kızı başından beri sevmemiştim zaten."

"Bana iyi biri gibi gelmişti." dedim iç çekerek. Luke'un bana bakıp somurttuğunu görünce istemsizce kıkırdadım.

Ona yakınlaşıp yanağına küçük bir öpücük kondurdum. "Karavana yaklaştık sayılır." diye mırıldandım.

"Biliyorum, buradan olabildiğince hızlı bir şekilde kurtulmak istiyorum."

"Hadi o zaman Luke. Gidelim artık buradan!" Gülümseyerek elimi Luke'a uzattım.

Ancak havayı aniden bölen, ıslık gibi bir ok sesiyle birlikte Luke birkaç saniyeliğine hareketsiz kaldı. Öksürmeye başladığında dudaklarının kenarından iki damla kan süzüldüğünü gördüm.

"Siktir!" diye inledim Luke'un yere düşmesini engellemek için kolumla tutarken. Arkasında elinde bir yay tutup kahkahalarla gülen Hope'u görünce sinirle bir çığlık attım.

Luke'u korumak için sağ kolumu beline, okun saplandığı ve tişörtüne kan izleri bıraktığı yerin hemen altına, sıkıca doladım. Sol elimden yukarı tırmanan alevi ona doğru yönlendirdim. Hızla yerde zigzaglar çizerek ilerleyen alev Hope'un etrafını sardı.

Hope bir su kaynağı oluşturmaya çalıştı. Ama bu bir işe yaramadı. Alevler bacaklarından yukarıya doğru tırmanırken sadece çığlık atıyordu. Oluşturmaya çalıştığı su yüzünden vücudundan buharlar çıkıyordu.

Kısa bir süre sonra etrafa yanan et ve saç kokusu yayılmaya başladı ama bunu önemsemedim. Hope'un cırtlak sesi kesilene kadar alevleri arttırmaya devam ettim.

Luke endişeyle sağ kolumu sıkıyordu. Tekrardan bir öksürükle sarsıldığında aniden tüm alevleri kesip tüm dikkatimi ona verdim.

"Luke..." diye fısıldadım. Bana gülümseme çalıştı ama gözlerindeki bakıştan acı çektiğini anlayabiliyordum.

"Mikey," dedi, sesi bir fısıltıyı andırıyordu. Etraftaki gürültüye rağmen kulaklarıma gelen tek şey onun kısık, tapılası sesiydi. "Bu-bunu başarabilir-sin. S-seni seviyorum."

"Hayır, hayır, hayır Luke. Bu bir sonmuş gibi davranma. Seni iyileştirebiliriz. Karavana gidene kadar bekle ve sonra sadece-" Titreyen eli yanağımı bulduğunda sustum. Elleri her zamankinden daha soğuktu.

Eğildim ve kan tadına rağmen dudaklarını hafifçe ama uzun bir şekilde öptüm. Her saniye kırılacakmış gibi narince tutuyordum onu.

Bir çok yerde ruhun çıktığı yer ağız olarak tasvir edilir. Ve ben de onun ruhunun çıkmasına engel olmaya çalışıyordum sanki.

Bir süre sonra ayrıldığımızca sadece gözlerimin içine baktı. Mavi gözleri onu gördüğüm ilk andaki gibi parıldıyordu, parıltısını asla kaybetmemişti. Ben bunun, onun Mavi olmasıyla bir ilgisi olup olmadığını merak ederken o; titreyen kollarını boynuma dolayıp yüzünü boynuma gömdü ve pürüzlü, ama yine de her zamanki gibi mükemmel olan sesiyle fısıldadı.  "Seni seviyorum, Michael. T-tüm kalbimle."

Gözlerimin yaşla dolduğunu hissettim. Yere çökerken ona sıkıca sarılıp kulağına fısıldadım. "Ben de seni seviyorum Luke. Şimdi ve sonsuza dek."

Boynumdaki eller yavaşça gevşedi.

"Ölemezsin." diye hıçkırdım onu daha sıkı tutmaya çalışırken. Ölüm bu kadar hızlı mıydı? Gerçekten de birkaç saniye önce yanında olan kişiyi aniden alıp götürebiliyor muydu? Bu çok acımasızdı. Gerçi, hayatın kendisi de acımasızdı.

"Lütfen," diye fısıldadım gözlerim göz yaşlarım yüzünden acımaya başlasa da. "Ölmeni istemiyorum."

Kolları boynumdan düştü.

Bedeni yavaş yavaş suya dönüşmeye başladı. Maviler ölünce böyle mi oluyordu?

"Hayır." diye inledim acıyla. İki ölüme bu kadar kısa bir sürede şahit olmuştum. Yutkundum ve gözlerimdeki yaşların akmasına izin verdim. "Seni koruyamadığım için özür dilerim, Luke. Beni affet."

Ashton ve Calum beni bulana kadar, ki bu uzun bir süreydi, gözyaşlarımın önümdeki su birikintisine karışmasına izin verdim.

~
Yazdığım en kötü ölün sahnesiydi bu çıldıracağım.

Neyse, nereleri sonradan eklediğim belli oluyor sanırım.

colored minds //muke {cashton}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin