•1•

13.1K 878 350
                                    

Yooseul, kütüphane görevlisine mahçup bir gülümsemeyle baktıktan sonra, yanına gelmem için tuhaf el işaretleri yaptı.

Başımı salladıktan sonra dudaklarımı kıpırdattım.

"Geliyorum."

Geleceğimi söylememden saniyeler sonra gözden kayboldu. Bense, kitabımı çantama yerleştirip, soluk renkli ceketimi giydim, burnumun ucuna kadar düşen gözlüğümü geriye doğru ittim ve kalkıp kütüphane kapısına yürüdüm.

"İyi günler," diye fısıldadım görevli kadına.

Çıkmadan önce ona gülümsediğimde, o da aynı şekilde bana gülümsedikten sonra işine döndü.

Yooseul'la merdivenlerin sonunda karşılaştık. Aramızda iki adım kala beni fark etmeleri için "Hey" dedim.

Yooseul, kafasını kaldırdı ve gülerek "Sonunda geldin!" dedi.

"Sunya da geldiğine göre, artık gidebiliriz." dedi Iseul. Bileğindeki saatin kordonunu sıkılaştırmakla uğraşıyordu.

"Evet," diye Iseul'u onayladı yanındaki Sora.

"Geç kaldık bile."

Ne olduğunu bilmediğimden "Nereye?" diye sordum.

Yooseul kolumdan tutup yürümeye başlayan diğerlerine yetişmemi sağlamaya çalışıyordu.

"Anlatmaya vakit yok, gidince öğrenirsin."

Havalı ama sıradan görüntüsüyle aynı zamanda sade bir güzelliğe sahip Iseul, sportif giyim tarzı ve yazıp çizdikleriyle oldukça popüler ve bir o kadar da sofistike Sora ve tuhaf giyim tarzı ve neşesiyle girdiği her ortama ayak uyduran, güzel bir gülüşe sahip Yooseul'la yanyana yürürken ciddi anlamda kendimi farklı hissediyordum.

Tamam. Yıllardır onlarla takıldığımdan buna çoktan alışmış olmam gerekirdi. Belki de artık umursamamalıydım ama her seferinde, insanlar bize iki üç kez bakıp, kendi içlerinde kıyaslama yaptıklarında bunu hissedebiliyordum ve bu iğrençti.

Ben, düz ve basit bir insandım.Kemik gözlüklerim ve asla bakım yapma zahmetine girmediğim saçlarımla, tam anlamıyla kendimdim.

Benimle karakter olarak da, görünüş olarak da benzemeyen bu kızlarla takılma sebebim ise Yooseul'la ailelerimizin yakın olmasıydı.

Yıllar önce Yooseul'un babası benim babamı ufak bir araba kazasından bir şekilde kurtarmıştı ve işte, biz de arkadaş olmak zorunda kalmıştık. Gerçi Yooseul için bir sorun yoktu. Gölgesinde kalan ve "kendisinden daha az güzel olan" bir kızla gezmek hiç fena olmamalıydı. Sonuçta bizi gören herkes benim onun ezik-inek-sıradan arkadaşı olduğumu düşünüyordu, bu da Yooseul'un egosunu birden bine katlıyordu.

Büyük bir bahçe kapısının önünde durduğumuzda tedirgince bir nefesi dışarı verdim. Yooseul otobüste bu kasabaya benzer yere geldiğimiz sırada bana "Sizi yeni arkadaşlarımla tanıştıracağım," demişti. Neyle karşılaşacağımdan emin değildim çünkü karşıma iğrenç bir eşek şakası ya da korkunç ergenlerle dolu bir parti de çıkabilirdi.

Iseul, birilerini aradı ve bir dakika sonra iki genç gelip büyük siyah kapıyı açtı.

Yooseul onları önceden tanıyordu, bu yüzden bizi tanıştırma girişiminde bulunmuştu.

"Bu kuzenim Iseul," diyerek özgüvenli ve bir o kadar da kibar olan Iseul'u gösterdi.

Turuncu saçlı olan, Iseul'a bakıp gülümsedi.

"Ben Jimin."

Ötekiyse ağzını açabildiği kadar açmıştı, dudakları yırtılırcasına gülüyordu.

sunya Where stories live. Discover now