3 bölüm

14.9K 726 49
                                    



Yıl 2006

Küçük kalbe yerleşmişti aşk. İzin almadan o kalp ilk attığı günden. İstenir miydi. Kim karşılıksız sevgiyi isterdi ki? Hiç kimse. Güneş'te istemezdi. Ama her gün biraz daha büyüdüğünde içinde büyüttüğü sevgiden pişmanlık yerine daha da artıyordu sevgisi kalbinde. Daha küçüktü, toydu. Kimse kaide almıyordu onun sevgisini. Onunkisi sadece hayranlık diye nitelendiriliyordu. En sinir bozan tarafta buyduya.

Yaşının üstüne her yaş geldiği gün büyüdüm diye sevinirdi. Belki bu yıl sevgim karşılığını bulur diye düşünüp dururdu. Ama her yılda aynı hayalkırıklığıyla baş başa kalırdı. Ve her yıl biraz daha umutları tükenirdi de kalbe söz geçermiydi? Geçmiyordu. Kırılsada, ezilsede, hiçe sayılsa bile geçmiyordu. Elde olan bir şey değildiki. Elden gelen bir şey olsaydı ilk Güneş vazgeçerdi kalbini her gün bir kat daha fazla yakan bu kalp acısından.

Daha küçüktü evet 10 yaşındaydı. 10
Yıllık hayat serüvenini anlat desen Güneş'e Ahmet Şükrü der susardı. Küçük kalbinde büyüttüğü sevdasıydı. Küçük bir saksıda herkesten sakındığı, gözbebeği gibi baktığı, beslediğiydi.

- Nereye koşuyorsun kızım beklesene.

- Bekleyemem Hümeyra bekleyemem. Ahmet Şükrü gelecek bugün.

- Güneş bekle daha uçağın inmesine var be kızım.

- Biran önce gitmeliyim. Sonra görüşürüz.

Diye hem koşmuş hem de en yakın arkadaşına durumu anlatmaya çalışmıştı. Bir tek oydu onu anlayan sevgisine saygı duyan. En önemli günlerdendi bugün onun için, Ahmet Şükrü geliyordu. Kaç aydır görmediği, yüzüne sesine hasret kaldığı geliyordu. Tam tamına 4 aydır sesine hasretti. Telefonlarını cevaplamıyordu kırgın, kızgın, öfkelimiydi? Kesinlikle hayır. Sesini duyupta onun yanında olmamasını bilmek, istediği zaman göremeyeceğini bilmekti onunkisi. Tabii genç adam bilmiyordu ki bunu. Küçüğünün ona küs olduğunu sanıyordu.

Can paresiydi onun elinde büyüttüğü, herkesten koruduğu, kolladığıydı. Ahmet Şükrü büyümüş genç adam olmuştu artık. 21 yaşın içinde genç, zeki, karizmatik bir adamdı. Öyle pürüzsüz, güzel, gamzeli, yakışıklı bir yüze sahip değildi ama onda oluşan karizma,  sert yüz hatları, iri gövde, yapılı beden, 1.90 lık boy, kara kaş, kara gözlere sahip olması bile onu kusursuz görünmesine nedendi. Yüzündeki herkeste eğreti duracak yara, bere izleriyse onu muhteşem kılmaktan öte korkutucu görünüm veriyordu. Okumak amaçlı çıktığı yurt dışında bile kendi namını yaymıştı. Çocukluktan beri aşinası olduğu dövüşlere büyüdüğünde dahada dört elle sarılmıştı.

Daha bu yolda adımları tazeydi ama biliyorduki bu yolda istediği yere gelecekti. Ondaki bu hırsla ne isterse olurdu. Tutkusundan hiç kimsenin haberi yoktu, herkesin çocukluk isteği diye anılıyordu. Bilmiyorlardıki bu tutku Ahmet Şükrü'nün içinde öyle bir yer edinmiştiki vazgeçmesi mümkün değildi. O bu yolda dahada ileriye gitmek yenilmezlerden olmak istiyordu ve olacaktıda. Kazandığı gibi mağlup olduğu dövüşleride oluyordu. Ve o mağlubiyeti bile kuralına göre yaşayanlardandı da işte insanoğlu zirveyi istiyordu. Zirve ne kadar yüksekte dahi olsa ona ulaşmayana dek vazgeçmek yoktu.

Uçak Atatürk havalimanına iniş yaptığında derince bir nefesi içine çekmişti. Biran önce sabırsızlanıyordu topraklarına ayak basmayı, güzel ülkesinin kendine has kokusunu ciğerlerine doldurmayı. Vatandan güzel ne olabilirdiki. Hiçbir şey. Aile özlemi çekerken yad ellerde vatan özlemi bir başkaydı. Bavulunu eline alıp çıkışa yürümeye başladığında ileride gördüğü Soner'le erkeksi gülümsemesini dudaklarına kondurmaktan çekinmemişti.

- Hoşgeldin Şükrü.

- Hoş buldum Soner abi.

- Dalga geçme lan.

Kalbine beni alWhere stories live. Discover now