16 bölüm

10.2K 557 9
                                    


Canımı yaktılar. Beni yıktılar. Çaresizliğin en dibine vurdular. Beni gömüp üstüme toprak atmaktan çekinmediler diye veryansın eden çok oldu bu dünyada. Kiminin feryadı duyuldu kimininki yok sayıldı. Yaşaya yaşaya üzerinize benzin dökülüp cayır cayır yandığınızı hissettiniz mi? Ne benzin döküldü, nede yakıldı diri diri. Ama hissettirdiler hemde ne bir gram az nede fazla.

Her şeyi yok sayım arkana bakmadan gidebilir misin? Onun cevabını bile vermekte aciz bırakılıyorken içine oluk oluk işleyen intikam duygusuda neyin nesi oluyor? Yapamazsın onu yapacak gücün sende olmadığını bile bile o işe baş koyamazsın. Çünkü korkaksın. Gururunu ayaklar altına alıp onca şeyi yaptıktan sonra yine yok sayılmaktan korkarsın.

Bedenin işlevini yitirdiği an, ayaklarının seni taşımadığını hissettiğinde ne yaparsın? Yere yığılmamak için çare ararsın değil mi ilk önce? Ama ya Güneş? İlk aklına gelmeyi bırak son gelenlerden bile olmamıştı. İlk kulaklarının sağır olmasını diledi, sonra güçbela ittirdiği kapıdan gözlerinin gördüğü görüntüyü görmektense kor olmayı istedi. Ve en son beş dakika içinde yaşadığı tüm anılarının hafızasından yitip gitmesini arzuladı.

Başka biri olsa arkasına bile bakmadan kaçıp giderdi burdan ama söz konusu Güneş ise tekrarı yaşamaktan hiç hoşlanmazdı. Helede klasiğe kaçılmış bir görüntüyü kendi hayatının kadrajına alamazdı. İlk kendisini telkin etti sonra tüm vücuduna dirençli olması için baskı uyguladı. Düşünceleriniyse eve gidene kadar rafa kaldırdı. Kapıyı biraz daha ittirerek içeri girerken ne izin aldı nede tıklatma gereği duydu. Yan yana oturarak birbirinin gözlerinin içine bakan çift göz kadrajına dahil olduğu an elinde tuttuğu çantanın kulpundan sinirini çıkarırcasına sıktı.

Sakin ol, sakin ol hiçbir şey yok. Senin değil karşıdaki şahsiyetin sinirlenmesi gerek.

Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Topukluları parkede yankılandığı iki üç adımdan sonra içerdeki çiftin dikkatini çekmişti ki dört çift göz onun geldiği yöne doğru çevrilmişti.

- Merhaba yengecim. Merhaba Şükrü ağabeycim.

Diyerek iğneli şekilde konuşmasıyla Şükrü'nün suratı adlandıramadığı bir hal almıştı. İlk önce samimiyetten uzak şekilde Aysu'yla görüşmüştü. Onun aksineyse Aysu ona tüm içtenliğiyle yanıt vermişti. Sıra genç adama geldiğinde sadece elinin uç kısımlarından tutarak selam vermeği gerek görmüş lakin bu yaptığı genç adamın hiçte hoşuna giden bir davranış olmamıştı.

Neler olduğunu genç kızın neden bu tavırlar sergilediğine hiçbir anlam yükleyemiyordu. Bugün kendisiyle konuşacak tüm konuşulması gereken ne varsa konuşacaktı. Artık kaçması mümkün değildi. Eliyle koltuğu işaret ederek

- Geç otur sarı papatyam

Diye her zaman seslendiği gibi genç kıza seslendiğinde ondan aralarındaki yarattığı bu anlamsız soğukluğuda bir nevi kaldırmasını isteme şekiliydi. Yüzüne bile bakmadan koltuklarda oturan genç kızın hedefi karşındaydı biraz ötede masasına kurulan adam değil

- Ee yengecim nasılsın? Nişanlılık falan?

- Lütfen bana Aysu de. Ben senle arkadaş olmak istiyorum.

- Ahh beni ne kadar onura ettin bilemezsin. Kendime gelemeyeceğim.

Diye sözlerini bitirip yüzüne sahteden bir gülümseme kondurduğu an Şükrü Güneş'in ne yaptığını anlamasada hiç iyi şeyler düşünmediğini anlayacak kadarda zeki adamdı. Hafifçe öksürüp gözlerin kendisine çevrilmesini sağladığında

- Çay, kahve ve ya başka bir şey ister misin?

- Ay ne kadarda beni düşünüyor. Görüyorsun değil mi Aysu'cuğum.

Kalbine beni alWhere stories live. Discover now