-10- Yalanların Yaraları

719 181 604
                                    

🎵Infinite Back🎵

Çağrı ve Arın binanın önünde durdular. Yukarıya doğru baktılar ama bir şey gözükmüyordu. Hemen binanın içine girip merdivenlerden çıkmaya başladılar. Asansör kullanmadılar çünkü tek tek bakacaklardı her kata. Bir, iki, üç, dört, beş derken yorulmuşlardı artık. Altıncı kata çıktılar nefes nefese kalmış bir halde. Her biri, katın farklı yerlerine bakıyorlardı.
Arın bir odaya daldı. Yerde bir tabure, tavandan asılmış bir ip ve o ipin pençeleri arasında Derin. Göz göze geldiler o an.
Derin elini Arın'a doğru uzatırken, Arın, "Derin!" diye bağırıp ona doğru koşuyordu.
Arın’ın haykırışını duyan Çağrı, Derin'i düşünmek istemediği bir durumda görmekten korkarak sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı.
Arın, bir saniye içinde yüzlerce kez “Ölme Derin, ölme Kız Kulesi.” diye yalvarırken bir yandan da “Acaba beni tanıdı mı?” diye soruyordu kendine.
Derin ise  karşısında, çarpıştıkları zaman defteri bıraktığı adamı görünce şaşırmış, meraklanmış ve ölüm kararını ertelemek istemişti. Kendini nasıl bulduğunu merak ediyordu.
Her şey saliseler içinde gerçekleşirken Arın Derin'i bacaklarından kavramış yukarıya doğru tutmaya çalışıyor, Çağrı ikisinin yanına gelmiş, tabureyi düzeltmiş, tabureye kendisi çıkmış ve Derin'i hayattan koparmak için Derin'e tutunmuş ipi belinden çıkardığı çakıyla kesmişti.
O an Arın Derin'i tutamamış ve ikisi birlikte yere kapaklanmışlardı. Tabi ki Arın Derin'i üstte tutmuştu. Bir saniyeden daha kısa süren göz göz göze gelişin ardından Arın Çağrı'dan yardım istemiş ve Derin'in duvara yaslanmasını sağlamışlardı. Kızın boynunda acının pençelerinin  izleri vardı.
Derin, derin derin nefes almaya çalıştı.
"Ben arabadan su alıp geliyorum." dedi Çağrı ve gitti.
Arın kızı sıkmak istemiyor ama aynı zamanda da onunla konuşmak istiyordu. Sesini duymak, ona sarılmak istiyordu. Arın Gürsoy, asla yapmam dediği şeyleri o an yapmak istiyordu. Nedenini tam olarak bilmese de okuduğu satırların sahibiyle vakit geçirmek istiyordu işte.
"Eğer gecikseydim..." dedi ve yutkundu Arın. Başını cama doğru çevirdi. Hava kararıyordu fakat Arın'ın toprak rengi gözleri endişeden dolayı daha erken örtmüştü geceyi gözlerine. Derin bir eliyle boğazının kızaran yerinden tutmuş soran gözlerle Arın'a bakıyordu. Tekrar Derin'e çevirdi gözlerini Arın. "Eğer gecikseydim seni…"
Cümlesini tamamlayamadan bir bağırma sesi doldurdu kulaklarını. Arın hemen ayaklandı. "Sen burada kal." dedi elini geri doğru uzatarak. "Hayır." diye karşılık verdi Derin. Arın onun naif aynı zamanda da asi çıkan sesini ilk kez duymuştu. Birkaç saniye duraksadı, nefesi de ona eşlik etmişti. Ardından, içinde bulunduğu garip durumdan kurtularak nefesini dışarı verdi. Camdan baktılar ama karanlıktan dolayı bir şey gözükmüyordu. Derin aceleyle yazdığı mektubu ve ipi alıp çantasına koydu.
"Elini ver, karanlık." dedi Arın. İçinden dualar etti Derin’in itiraz etmemesi için, nedensizce.
"Senin gibi ben de kendim inebilirim."  dedi Derin. Arın’ın ısrar etmesini dileyerek, nedensizce.
"Seni yeni kurtardık, kurtarmışken kaybedemem."
Bu cümle Arın’ın ağzından fütursuzca çıkmıştı. Söylediği şeye kendisi de şaşkındı. Derin’in dikkatini çekense cümlesinin başında kurtardık derken, sonunda kaybedemem demesiydi. Kabullenişle iç çekti ve bu sahiplik eklerini daha sonra düşünmek için zihninin bir köşesine yerleştirdi.
El ele asansöre binip aşağıya indiler. Derin bir an elini kavrayan ele baktı. Ne acıtacak kadar sert tutuyordu, ne de bırakacak kadar gevşek. Elini tutuşundan bile güvenilir bir adam olduğu hissini tüm hücreleriyle hissettirmişti Derin’e. Ne güzeldi… Dışarı çıktılar, etrafa bakındılar. Kimsecikler yoktu. Arabada yoktu. Yerde biri yatıyordu sadece. Yerde Çağrı yatıyordu. Çağrı Demir yerde yatıyordu.
Yutkundular.
"Bu kar neden kırmızı?" diye sordu Derin. Hani bazen sorunun cevabını biliriz ama bildiğimiz cevabın doğru çıkmama umuduyla sorarız ya, işte öyle sormuştu.
"Kırmızı olan kar değil, kırmızı olan kan." diye karşılık verdi Arın donuk bir sesle.
Derin çantasından telefonu çıkardı ambulansı aramak için.
Arın ise kendini suçlamaya başlamıştı bile. Bir ileri bir geri gidip geliyordu homurdanarak.
"Benim suçum. Benim yüzümden buradasınız. Özür dilerim." diye lafa girdi Derin.
Arın Derin’in yanına gitti ve hayran kaldığı gözlerin içine bakarak  "Sakın, sakın kendini suçlama." dedi kısık bir sesle.
Yutkundular. Birlikte daha çok yutkunacaklarından habersizce…
Bir süre sonra ambulansın sesi duyuldu yakınlardan. Arın telefonunu çıkardı ve bir taksi çağırdı. Ambulans geldi, Çağrı'yı hangi hastaneye götüreceklerini sordu Arın. Ambulansın kapısı kapandı, siren sesleri eşliğinde yola koyuldu.
Derin ve Arın kaldı.
Siren sesleri kulaklarını doldururken Arın Derin'e döndü.
"Sen, iyi misin?" dedi şefkatli bir sesle.
"Galiba."
"Önce seni evine bırakalım, sonra ben hastaneye giderim."
Derin Arın’ın cümlesinden sonra kafasını ona çevirip tek kaşını kaldırarak: "Hayır. Bende geleceğim." dedi asi sesiyle.
"Olm..."
"Geleceğim."
Dakikalar sonra  Derin'in öldürücü bakışları ve soğuk sesiyle onun da hastaneye gelmesini kabul eden Arın'la birlikte Derin'de bindi gelen taksiye. Cama yaslanmış dışarıyı seyrederken, Arın'ın aklından geçen tek şey Derin'in ne düşündüğüydü. Sonunda hastaneye vardılar. Arın taksiciye parasını ödedikten sonra olay yerinde Çağrı'nın cebinden aldığı telefonu çıkartıp Çağrı'nın babasını aradı. Bu haberi vermek zor olacaktı.
"Alo, efendim oğlum?" dedi Çağrı'nın babası telefonu açar açmaz.
Arın gözlerini kapattı ve iç çekti. Alacağı tepkiyi merak ediyordu.
"Bora Bey, ben Arın Gürsoy."
Telefonun ucundaki adam önce sustu. "Oğlumun telefonunun sende ne işi var?" dedi tok bir sesle.
"Oğlunuz hastaneye kaldırıldı, ben de buradayım, onunla geldim."
"Ne yaptın oğluma hayvan herif!" diye bağırdı Bora Demir.
"Ben bir şey yapmadım. Haber vermek için aradım. Eğer gelmek isterseniz, hastanenin konumunu size mesaj olarak atacağım."
"At! Hemen, çabuk ol!" diye bağırıp telefonu kapattı Bora.
Konumu attıktan sonra beraber içeri girdiler. Danışmaya gidip Çağrı’nın nereye götürüldüğünü sordular. Asansörün en üst katlarda olduğunu görünce merdivenlerden çıkmaya karar verdiler.
"Arkadaş mısınız? Çağrı'yla."
Arın güldü. "Hayır. Babalarımızın şirketleri rekabet içinde. Biz de öyle gördük ve sevemedik birbirimizi.”
Derin sustu ve sonra önemli bir ayrıntı yakalamış gibi tekrar konuştu. "Ama beni kurtarmaya ikiniz beraber geldiniz."
Arın durdu. Derin'in gözlerinin içine baktı tekrar. Bunu yapmak hoşuna gitmişti. "Neden bilmiyorum ama uzun süredir tanıdığım insanlar için yapmayacağım şeyi, sen bir çarpışmayla yaptırttın bana. Rica ettim, durumu açıkladım. O da kabul etti.”
Derin başını öne eğdi, bir şey söylemedi.
Sustular. Birlikte daha çok susacaklarından habersizce…
Yoğun bakım kapısının önüne geldiler. Sandalyeye oturdular. Arın söze nasıl gireceğini bilmiyordu. "Neden?" dedi titreyen sesiyle. Derin’e bakmıyordu bu kez, zeminin soğuk rengini inceliyordu.
"Sana anlattıklarım ve hatırladığım şey. Yenilir yutulur cinsten değil."
“Bana içini dökmeni isterim. Sonra döktüğün içini birlikte uçurumdan aşağı savururuz belki.”
“Bilmiyorum.” dedi Derin. “Sana daha fazla rahatsızlık vermek istemem.”
"Derin sen bana rahatsızlık vermezsin... Seninle çarpıştığımız gün. Çok farklıydı. Ve beni sana iten, seni kurtarmaya iten şey senin..."
"Arın Gürsoy!" sesi böldü Arın'ın cümlesini. Çağrı'nın babası sinirden köpürmüş bir şekilde geliyordu. Arın'a yaklaştı, bir küfür savurdu ve Arın'ın suratına bir yumruk attı. Arın kanayan dudağını elinin tersiyle sildi. Yumruklarını sıktı ve bir şey söylememeye çalıştı. Bora'nın tepkisini normal karşılamıştı.
"Arın hiçbir şey yapmadı. Oğlunuz canının derdindeyken siz oğlunuz yaşındaki adamla kavga peşindesiniz!" diye bağırdı Derin. Bir yandan da göz ucuyla Arın’ın iyi olup olmadığına bakıyordu.
Bora bir sandalyeye oturdu ve kravatını gevşetti. "Haklısın kızım."
Derin gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Çantasından bir ıslak mendil çıkartarak Arın'ın kanayan dudağına yaklaştırdı. Arın'ın gözleri sanki Derin'inkilere mühürlenmiş gibiydi. Gözünü kırpmadan, mendille dudağından çenesine kadar akmış olan kanı temizleyen kadını seyrediyordu şefkatle. Şimdiye kadar kimseye bakmadığı gibi, hiç tanımadığı birine bakıyordu.
Derin birden ayaklandı. "Ben birer su alacağım. Hem bu sırada annemlere haber veririm. Merak etmişlerdir.”
O sırada doktor çıktı ve "Çağrı Demir'in yakınları siz misiniz?" diye sordu. Bora korkuyla atıldı. "Evet, babasıyım. Çağrı iyi mi?"
"0 Rh- kan gerekiyor."
"Ben AB Rh+ yim. Anneside A0 Rh- " dedi Bora.
"Ben de AB Rh+ yim." dedi Arın üzülerek.
Doktor düşünceli bir tavırla Bora'ya baktı. "Siz kan bulun sonra hemşireye söyleyin." dedi ve tekrar içeri girdi.
O sırada Derin geldi ve elindeki sulardan birini Bora'ya birini Arın'a uzattı. "Var mı gelişme?" diye sordu.
"Kan grubun ne?"
"0 Rh- "
Bora birden ayaklandı. "O-oğluma kan verir misin? Kanınız uyuşuyor."
Derin şaşırmıştı. İlk kez birine kan verecekti. "Tabi, tabi ki." dedi gülümseyerek. Hemşireyi buldular hemen ve Derin kan verdi. Geri geldiğinde Arın'ın karşısındaki sandalyeye oturdu. Kimsecikler yoktu koridorda. Saate baktı, dokuzu geçiyordu. Bu günü hastanede geçirmek için annesinden izin almıştı.
Göz göze geldiler ve ikisi de gözlerini birbirinden ayırmadılar. Arın Derin'in gözlerinde biraz acı, biraz utanma, biraz pişmanlık, biraz korku buldu. Fakat Derin Arın'ın gözlerine bakınca bir çift gözden başka bir şey göremiyordu. Tamamen duygusuz ve hissiz duruyordu. Ya gerçekten öyleydi, ya da gözlerinin önüne siyah bir perde çekmeyi çok iyi başarıyordu. İkisi aynı anda söze girdiler.
"Seninle..."
Derin gülümsedi. "Sen söyle." Arın itiraz etti hemen. "Hayır, sen söylemelisin." Konuyu daha fazla uzatmak istemediğinden kabullendi Derin.
"Düşündüm de seninle konuşmak istiyorum. Boş bir vakitte. Olanlarla ilgili, defterle, benle...”
Arın'ın gözleri parladı. "Ben de aynısını söyleyecektim."
Birbirlerine numaralarını verdiler daha sonra konuşabilmek için. Doktor yoğun bakımın kapısından çıktığında saat onu geçiyordu. Herkes onun etrafına toplandı.
"Oğlum iyi mi?"
"İyi, merak etmeyin.” dedi doktor ve devam etti Arın’la Derin’e bakarak. “Bora Bey sizinle yalnız görüşebilir miyiz?"
İki genç hemen oradan ayrıldılar ve koridor boyunca yürümeye başladılar.
Geri döndüklerinde özel konuşma bitmiş ve doktor gitmişti. Fakat Bora pek iyi gözükmüyordu. Ellerini yumruk yapmış ve tek elini sandalyeye belirli aralıklarla vuruyordu. Rengi atmış ve nefes alış verişi hızlanmıştı.
Arın ve Derin birbirlerine baktılar. İkisi de sormaya çekiniyordu ama Arın dayanamayıp atıldı.
"Bora Bey. Bir sorun mu var?"
Bora konuşmadı, kıpırdamadı.
"Bakın söylerseniz belki yardımcı olab..."
Bora birden ayaklandı. "Olamazsınız." diye kükredi adeta. Oldukça bitkin gözüküyordu. Sırtını duvara yaslayıp duvara belirli aralıklarla yumruğuyla vurmaya başladı. Gittikçe kendini kaybediyordu. Arın'ın iyi tarafı ağır basmıştı yine ve her şeye rağmen Bora'ya yaklaştı yardım etmek için. Yavaşça kolundan tutarak onu sandalyeye oturttu.
"Bakın," dedi. "Burada sizin rakibinizin oğlu olarak değil de size yardımcı olmaya çalışan biri olarak bulunuyorum. Siz de böyle düşünün lütfen. Eğer bir sorun varsa, anlatırsanız kesinlikle aramızda kalacak. Paylaşmadan yükler azalmaz Bora Bey."
Bora bir Arın'a baktı bir Derin'e. Derin'in boynundaki ize takıldı gözleri bir an ama o sırada bunu düşünemezdi, soramazdı. İçini dökmek istiyordu. Bir an için gözlerini kapattı ve karşısındakinin kim olduğunu unuttu. "Doktorun söyledikleri…" dedi. Gözleri yaşardı. "Bir insan nasıl kocaman bir yalanla yaşayıp bunu fark etmez?" sitem ediyordu. “Yalanların açtığı yaralar ansızın ve ölçüsüz oluyormuş. Yalanların yaraları çok daha büyük oluyormuş tüm acılardan.” Sesi kesik kesikti. Gözünden yaşlar akmaya başlayınca sustu. Arın Gürsoy, Bora Demir'in en güçsüz haline şahit oluyordu...

AYNALAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin