-22- Kız Kulesi ve Galata

364 104 30
                                    

🎵Halsey- Sorry🎵

Derin'den:

"Sesinin rengini özledim."
Sustum. Ne diyebilirdim ki? "Ben de." diyemezdim ya. "Gel." diyemezdim. Nedendir bilmem dindiğini düşündüğüm rüzgar iyice sertleşti onun sesini duyunca. Bir kasırgaya dönüştü ve içine aldığı ilk kişi ben oldum. Sesi içimde bastırdığım özlem duygusunu alevlendirmiş olmalıydı. Ama sönmeliydi o ateş, yoksa beni de yakacaktı.
"Bu telefonu ilk ve son açışımdı," dedim içimden parçalar koparken. Ve devam ettim,"Sesini duymak istemiyorum. "
Sesini duymak istemiyorum, kokunu duymak, seni görmek istiyorum. Diyemedim.
"Yapma böyle. Sana açıklamama izin ver."
"Gerek yok. Önemi de yok zaten." Açıkla, beni kendine inandır. Diyemedim.
"Derin, bak beni babam gönderdi buraya. İş için. Sana yemin ederim döneceğim. Bari konuşalım, arada bir de olsa sesini duymaya ihtiyacım var."
Sustum. Sahi, susarak anlaşabiliyorduk biz. Fakat o zaman gözlerimiz konuşuyordu. Şimdi ne olacak peki? O susarsa, ben susarsam nasıl dinecek kalbimdeki sancı?
"Kız Kule'm... "Fısıltısı sertti. Ses tonu kalbimdeki sancının şiddetini iyice arttırıyordu. Bir de bana Kız Kulesi deyince, közü alıp kalbimin tam ortasına konduruyordu sanki...
"Kız Kulesi falan değilim ben!"
"Sen Kız Kulesi'sin. Onca kalabalığın, ilginin ortasında yalnız olmayı başaran, güzelliği büyüleyici, hikayesi ürpertici Kız Kulesi... Kız Kulesi Galata' ya yakışır, sen de bana yakışıyorsun."
O da Galata mıydı şimdi? Benim Galata’m mı?
"Kapatıyorum artık. " dedim mecburen. Kafamı karıştırıyordu gittikçe.
"Son olarak, "dedi kısık bir sesle "Şiir yazmaya çalıştım senin gibi. Önce büsbütün sana yazmayı denedim. Olmadı, kelimeler yetmedi. Gülüşüne yazmayı denedim, ellerine, saçlarına, olmadı. Gözlerine yazmayı denedim sonra. Bakışlarına, rengine, hatta tek tek kirpiklerine. Fakat fark ettim ki… Her renk göze şiir yazılabilirdi fakat seninkiler başlı başına şiirdi zaten... Yazamadım, affola."
Sonra kapattım telefonu. Daha fazla direnemezdim. Zihnimde dönüp dolaşıyordu sürekli bu konuşma. Bir de kaydetmiştim telefonuma her şeyi konuşma anında... Daha sonra onun sesini duyabilmek için… Bu daha can yakıcı bir hale getiriyordu her şeyi. Ne diye kurtulmak istediğim ateşte ısınmaya çalışıyordum ki? Hangi akılla beni yakacağına emin olduğum ateşe belki içimi ısıtır diye dokunuyordum?
Arya'ya dinlettiğim zaman da en başta bir şey söyleyemedi. Sonra bana öldürücü bakışlar atarak "Seviyor seni işte, neden yapıyorsun bunu size?" dedi. Siz, ne ara siz olduk biz? Nedenini bilmesem de içten içe sevinmiştim buna. Sonra  "Öyle bir şey yok." diye itiraz ettim. Olabilir miydi?
Bazen olur böyle. İçimizden gitmemesi için yalvarırız ama dilimizden dökülen tam tersidir bunun... O konuştu, çok güzel konuştu ama ben güzel tek bir kelime bile edemedim. Söyledikleri yüreğime oturdu da, gıkımı bile çıkaramadım...
Sabaha kadar oturduk öylece. Pek konuşmadık Arya'yla da. Kahve içtik, şarkı dinledik. Sanki şarkılar konuşuyordu bizim yerimize.  "Elbet bir gün kavuşacağız..." diyordu önce, dakikalar sonra "İstemem artık geriye dönme..."  Şarkıların da kafası karışıktı benim gibi. Sonra Sezen  Aksu'nun hiç tanımadığım bir şarkısı başladı. Melodisini hiç duymadığım...
Aynalar
Durun yalancı aynalar değişmeyin
Biraz daha zaman verin
Bu ben değilim bu yabancı...
Tüm şarkılar benim içindi sanki... Gerçekten aynaya baktığımda kendimi göremiyordum. Sanki iki Derin vardı ve ben o ikisinin arasına sıkışmıştım. Hangisiydim ben? Kendimi kaybetmiştim, kendimi bulamıyordum. Hiç kimseyle konuşmayan, kendi halinde, sadece kitaplarla arkadaşlık kuran ben mi; dostları olan, sevenleri olan, sevdikleri olan ben mi?
"Vay be... Demek Çağrı senin kardeşin."
İçimde yaşadığım duygularla boğuşmakla o kadar meşguldüm ki neredeyse nerde olduğumu bile unutmuştum. Arya beni kendime getirdi ve düşünmem gerekenin kendim olmadığını fark ettirdi bana.
"Sen bile bunu sindiremiyorken, ben nasıl alışacağım bilmiyorum."
Kısa bir sessizlikten sonra kahkaha atmaya başladı. Onun da sinirleri bozulmuştu. Üzüm üzüme baka baka kararır derler ya, onun kararmasını istemiyordum.
"Kız şimdi düşmanlar bacanak mı olacak?"
"Dalga geçme!" dedim Arya'ya yavaşça vurarak. "Hem, ben biriyle olabileceğimi düşünmüyorum. Yapamam."
"Korkak olma. Neleri aşmışsın. Daha önce hiç dostum olmadı diyorsun, benimle kırk yıllık dost gibisin. İsteyince yapabiliyorsun Derin. Kendine izin ver ve kır zincirlerini."
            ♛
İçimizde bir duygu seli vardır ve akıntıya kapılmaktan korkarız bazen. Aslında hislerimizi biliriz ama herkesten saklarız, kendimizden bile. İçimizi ele geçiren duygu silsilelerini kendimize bile sesli bir şekilde söyleyemeyiz. Bir aynanın karşısına geçip kendi gözlerimize bakarak durumu kabullenemeyiz. O duyguların altında kalmaktan korkarız çünkü. Daha önce bir deneyimimiz olmamıştır bu konuda ve ne yapacağımızı bilmeyiz.
       Arya'larda kaldığım gece konuştuklarımızı ve sustuklarımızı zihnimde döndürüp dururken caddeler boyu yürüdüm. Sınava da az kalmıştı. Ne yapacaktım? İntikam almam gereken insanlar, çalışmam gereken bir sınav, unutmam gereken bir adam vardı. Daha özlediğimi bile kabullenemediğim adamı unutmaya çalışıyordum...
Birden koluma dokunan eli hissedince arkamı döndüm panikle. Bir de uğraşmam gereken bir sapığım vardı, bunu unutmamalıydım..
"Yakışıklı prensin Berk geldi kelebek."
"Bana kelebek kendine de yakışıklı prens demekten vazgeçmelisin."
"Ne? Yakışıklı değil miyim? Hem bileklik bileğide, kelebek olmak seninde hoşuna gidiyor kabul et."
"Benden ne istiyorsun? Yalnız kalmak istediğim her an yanımda beliriyorsun."
"Seninle beraber yalnız kalabiliriz."
"Ben kendimle yalnız kalmak istiyorum."
"Yanında ben olsam da olmasam da yalnız kalamayacaksın biliyorsun değil mi? Aklında dönüp duran düşünceler ve insanlar varken gerçekten yalnız olduğunu mu düşünüyorsun?"
Haklıydı. Ama ne yapabilirim ki bu durumda? "Haklı olabilirsin..."
"O zaman benimle geliyorsun ve gerçekten yalnız  kalmaya gidiyoruz."
Nasıl kabul ettim, ne zaman yola çıktık, ne zaman vardık bilmiyorum. Kafamda sürekli dönüp dolaşan düşüncelere son veremiyordum. Ne yapacaktım? Arın'la konuşabilmem bile garipken, Arya' ya bile yeni yeni alışmışken, şimdi Berk'in yanında olmam... Kendime kızmadan edemedim.
Durduğumuz yer sahil kıyısında bir yerdi. Etrafta kimseler gözükmüyordu. Arabadan indik ve yürümeye başladık. Ortalama beş dakika yürüdükten sonra bizi tahta bir kulübe karşıladı.
"Burası da benim mekan."
Doğrusunu söylemek gerekirse şaşırmıştım onun gibi birinin böyle bir yeri olduğunda. Berk daha uçuk biri gibi gözüküyordu. Hiçbir şey söylemedim, kulübenin  kapısını açtı ve içeri girdik. Ufak bir mutfak bölümü, lavaboya gittiğini tahmin ettiğim bir kapı, iki koltuk, bir kaç süs eşyası ve duvarda hoş bir tablo vardı.
"Çok hoş…" kulübenin camından deniz manzarasını seyrederken düşüncelere dalıp gitmiştim yine.
"Tost yapıyorum yersin değil mi?"
Düşüncelerimin arasından bir saniyeliğine çıkıp "Evet." diye cevapladım. Neye evet dediğime pek emin değildim. Bir şeyler yemekten bahsediyordu sanırım.
"Kola, çay?"
"Çay."
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, düşüncelerimden beni çekip çıkaran karanlık oldu. Arkamı döndüğümde loş bir ışıkla karşılaştım. Ufak tahta masanın ortasında kırmızı bir mum, tostların olduğu iki beyaz tabak ve çay. Bu ortamda romantikliğe gerek yoktu, manzara yetiyordu aslında. Hem böyle bir şey yapması da hoşuma gitmemişti. Yine de bozmadım ve her şey normalmiş gibi oturdum. Tostumdan bir ısırık alırken "Beğendin mi?" diye sordu.
"Evet, lezzetli."
"Tosttan bahsetmiyorum anlamazlıktan gelme lütfen."
Biraz duraksadım. Telefonumu elime aldım ve İnstagram’ı açtım. Berk'le göz göze gelmek  istemiyordum, bu bir kaçış yoluydu.
"Güzel ama gerek yoktu." dedim sessizce. O sırada önüme çıkan fotoğrafla boğazım düğümlendi. Sanki o fotoğraf geldi de takıldı boğazıma. Hissetmemem gereken bir duygu tüm vücudumu sarmıştı. Kıskançlık. Fakat hayır, bu kez duygularıma teslim olmayacaktım. Çünkü teslim olduğumda duygularım bir virüs gibi beni kuşatmış ve içten vurmuşlardı. Benden giden insanda kalmak aptallıktı. Bir yandan Arın ve yanındaki sarışın  kızın fotoğrafına bir yandan da yorumlar kısmındaki "Sevgilim" yazısına bakıyordum. Duygularımı kabullenmek gibi büyük bir hataya düşecekken, ben de ona “Galata.” diyecekken, biz Kız Kulesi ve Galata olacakken sağ olsun beni bundan alıkoymuştu.
O sırada hoş bir melodi çalmaya başladı.
"Bana bu dansı lütfeder misin?"
Berk'in bana uzattığı ele baktım önce. Derin bir nefes alıp elimi elinin üzerine koydum yavaşça ayağa kalkarken. Kelebek duygularına esir olmaktan son anda kurtulmuş ve Galata'nın yakınlarında uçmaktan vazgeçmişti...

----
Mutlu yıllar! Umarım  bu yıl hepiniz/miz için sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı geçer.
Hayallerinize en yakın zamanda dört elle sarılabilmeniz dileğiyle!♥

AYNALAR Where stories live. Discover now