-17- Dört Kelime

390 119 83
                                    


🎵Without Word-Jang Geun Suk.🎵

Yeni bir güne uyanmış olmak isterdim fakat bunun için önce uyumak gerekiyor. Ve ben pek uyuyabildiğimi söyleyemeyeceğim. Uzun zaman sonra hatta hayatımda ilk defa ailem dışında biriyle eğlendim, sohbet ettim, gerçekten yaşadığımı hissettim. Düşünüyorum, iyi ki beni o ipten kurtarmış diyorum. Az da olsa hayatın ne olduğunu tatmış oldum. Sonra da diyorum ki, bana uçmayı öğretip gitti. Daha ben etrafı tanımadan, neredeyim bilmeden... İlk defa birine güvendim ve güvendiğim kişi bana kimseye güvenmemem gerektiğini öğretti.
Telefonuma gelen mesaj sesiyle saatlerdir uyanık olup kalkmaya zahmet etmediğim yatağımdan doğrulup tavanı izlemeyi yarıda kestim.
Boğazımdaki İp'ten 1 yeni mesaj.
Evet onu böyle kaydetmiştim. Çünkü beni boğazımdaki ipten kurtaran adam, şimdi giderek kendisi ip olmuştu boğazıma. Canımı daha çok acıtıyor, nefesimi daha çok kesiyordu üstelik. Tereddüt etsem de mesaja tıkladım.
Yarın uçağım kalkıyor…
Ekrana dakikalarca baktım. Baktıkça gözlerim doldu. Artık yazıları okuyamayacak kadar ekran bulanıklaşsa da ben hala öylece bakıyordum aynı yere. Zaten amacım okumak değildi. Sadece üç kelimeden oluşan bir cümleydi işte(!) Sahi bu kadar erken mi gidecekti? Böyle mi bitecekti? Vedamız böyle mi olacaktı? Benim arkama bile bakmadan gözden kayboluşumla...
               ♛

Okulların açılmasına iki gün kaldı. Yarıyıl tatili bitiyor ve benim geleceğimi belirleyecek olan sınav gittikçe yaklaşıyor. Şu an test kitabımın başında iki yüzüncü soruyu çözüyor olmam ve sadece bir kaç yanlış yapmış olmam gerekiyor. Fakat ben ne yapıyorum? Dışarıdayım. Hadi ama! Sonuçta eğlenmeye gitmiyorum, akıl almaya gidiyorum...
İçeri girdiğimde Kağan Bey biriyle ayaküstü konuşuyordu. Adam yirmili yaşlarındaydı. Gelmeyeli değişen bir şey var mı diye etrafa bakınmaya başladım. Aslında bu umurumda değildi. Amacım konuşmalarının bitmesini beklerken sıkılmamaktı.
Kağan Bey'in beni görünce yüzüne yerleşen şaşkınlık ifadesini fotoğraflamak gerekiyordu. Fakat hemen şaşkınlığını gizledi ve büyük bir sevecenlikle "Derin! Hoş geldin." dedi.
Konuştuğu adamın bakışları da bana döndü ve beni baştan aşağıya süzdü. Bu tür şeylerden hoşlanmıyordum. Bakışlarını benden ayırmadan Kağan Bey'e sonra tekrar geleceğini söyledi, tokalaştılar ve çıkıp gitti. Gerçekten olması gereken yerdeydi! Bir insana uzun süre bakmak psikolojik bir sorunun belirtisi olabilir... Olamaz mı? Ah, belki de sadece sapıklıktır...
Saçma düşüncelerime ara verip koltuğa oturdum ve neden geldiğimi soran Kağan Bey'e bir cevap vermem gerektiğinin farkına vardım. Ama biraz geç olmuş olacak ki konuyu değiştirip o gün buradan ani çıkışımdan sonra neler olduğunu, sorunumun ne olduğunu sordu. Gelme nedenimin bununla bağlantılı olduğunu söyleyip her şeyi baştan sona anlattım. Hatırladıklarımı, intihar ettiğimi, -bunu duyunca bana gerçekten çok kızdı ve beynimi uyarılarla, nasihatlerle doldurdu.- Arın'ı, onunla geçirdiğimiz vakitleri, onun hakkındaki düşüncelerimi ve onun gideceğini… Kısacası o günden sonra hayatımda ne gerçekleştiyse ortalama bir saat boyunca anlattım.
"Bunlar çok büyük şeyler Derin. Senin gibi yıllardır içine kapanan birinin bu şekilde vakit geçirmesi, eğlenebilmesi... Üstelik tek başına da değil. Başka biriyle. Kutlarım..."
Evet. Psikolog beyin her şeyi anlattığımdaki tepkisi bu olmuştu. Sorun da buydu ya zaten. Bunları yapmamı sağlayan insan gidiyordu.
"Ama gidiyor," dedim. "Bana dün söyledi. Arkamı dönüp gittim. Ve yarın gidiyor."
"Aranız bu kadar iyiyse veda etmelisin en azından. Son kez görmelisin."
Son kez... Ama dönecekti öyle değil mi? Ya da ben buna inanmak istiyordum nedensizce. Veda etmek. Yanına gidebilir miydim? O giderken arkasından izleyebilir miydim gidişini?
Sohbetimiz için teşekkür ettim ve ayaklandım. İstediğim zaman gelebileceğimi ve her daim sohbet edebileceğimizi söyledi ve vedalaştık.
Oradan çıktığımda yağmur hafif hafif çiseliyordu. Eve kadar düşünerek yürüdüm. Ama kararımı son ana bırakacaktım sanırım. Daha fazla düşünmek istemiyordum. Düşündükçe seçenekler bir girdaba dönüşüyor ve beni içine çekiyordu çünkü. Yorgundum.
Eve vardığımda üzerimdeki hafif ıslak kıyafetleri bir kenara attım ve annemin aldığı fareli pijamamı giyindim. Yarın sabah ve daha sonraki sabahlar bu pijamalarımı görecek bir Arın'ın olmaması üzücüydü... Fazlasıyla üzücü.

               ♛

Telefonuma gelen bildirim sesiyle pes edip artık uyanmaya karar verdim. Öğlen olmuştu! Gerçi tatilin son günüydü ve bu uykuyu hak ediyordum. Gelen bildirime baktım.
Boğazımdaki İp'ten 1 yeni mesaj.
Yoldayım. Hava alanına gidiyorum. Uçağım iki saat sonra kalkacak…
“Gel.”demek miydi bu?
Gelirim… Tamam, belki bunu ona yazmam gerekiyor. Ama sürpriz olsa daha güzel olmaz mı? Heyecanla, hızlı bir şekilde hazırlandım ve yola çıktım. Ona gidiyordum… Peki neden? Neden umursamaz davranamamıştım? Bunca yıldır taktığım maskeyi, tek hamlede çekip çıkarmayı nasıl başarmıştı bu adam? Bu soruyu cevaplamak çok zordu. Ama bildiğim tek bir şey vardı…
Zihnime ne kadar güzel bir adam olduğu kazınmıştı ve sonsuza kadar öyle kalacaktı… Gitse bile, dönmese bile. Aklımda hep yüzümde en güzel gülümseyişleri açtıran, güzel anılarımın sahibi değerli bir adam olarak kalacaktı.
Bu yüreğimi burkacak mıydı? Evet.
Kalbimi kanatacak mıydı? Fazlasıyla.
Zihnime bıçaklar saplayacak mıydı? Daima.
Ama ne yapabilirdim ki? Bende yarattığı yıkımdan çok, inşa ettiği güzellikler aklımda kalıyorsa, ne yapabilirdim? En fazla… Onu kalbime gömerdim. Toprağında çiçekler yetiştirmeyi ihmal edemezdim ama. Belki hissederdi… Bir zamanlar kalbimde büyüttüğü çiçeklerin tohumlarının, üzerine attığım toprakta yetiştiğini hissederdi ve biraz olsun pişman olurdu belki gittiğine. Beni yıktığına… Beni yaktığına… Beni yarım bıraktığına…
Ama akrep ve yelkovanı geri saramazdık. Onun pişmanlığı, kalbimde yetişen çiçeklerin üzerine yıkılıp onları ezen, duygularımın enkazını yok etmeye yetmezdi.
Pişman olacak olsa gitmezdi zaten öyle değil mi?
Kırk dakika kala havaalanında buldum kendimi. Düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştım. Şu an bu hislerin esiri olmadan onun karşısına çıkmalıydım. Biraz yürüdüm ve etrafıma bakındım. Burada olmalıydı…
Burada. Orada. Karşımda!
Sakin olmamı söyleyen iç sesime hak verdim ve boğazımı temizleyerek ona doğru ilerlemeye başladım. Beni görünce yüzündeki ciddi ifade yerini gülümsemeye bıraktı ve o da bana doğru gelmeye başladı.
"Geldin..." dedi yüzünden okunabilen büyük bir mutlulukla.
Sonradan pişman olacağımı düşündüğüm şeyi yaptım ve ona sımsıkı sarıldım. "Gitmemelisin." diye fısıldadım kulağına. Kokusunu ciğerlerime doldurdum. Ciğerlerim yanıyordu. Ciğerlerim, bir daha bu kokuyla dolup taşamayacaklarına yanıyorlardı. Hani beni yakmayacaktı?
Hiçbir şey söylemedi. Birden “Şaka yaptım!” diye bağırsa fena olmazdı... Ona sarılmayı bıraktım ve geri çekildim. Sarıldığımda hissettiğim sıcaklıktan sonra bir anlığına ürperdim. Ama kendimi hemen toparladım. Yolda kafamda hazırladığım konuşmayı yapmalıydım. Evet... Evet. Hadi Derin…
"Sadece, ilk ve son kez sana sarılmak için geldim."
Bir dakika. Sen ne dedin az önce Derin? Hayır. Hazırladığım konuşma tam olarak böyle değildi. Hatta, alakası bile yoktu! Sarılmak bile beni pişman edecekken bunun için geldiğimi söylemekte ne? Adama “Sana aşığım.” desem daha az utanırdım herhalde! Tabi ki öyle bir şey yok. Bu sadece bir varsayım. Yani… Olamaz da zaten.
"Elimde olsa…" diye başladı söze. Ona susmasını işaret ettim ve yine ben konuştum. Batabileceğim kadar batmıştım, bundan fazlası olamazdı zaten.
"Beni o aptal ipten kurtarıp tekrar nefes almamı sağladın. Bil ki giderek boynuma yeni bir ip takıyorsun."
Gerçekten de böyleydi. Gitmemeliydi işte. İlk kez birine alışmıştım ben. Daha fazla dayanamayacağımın farkına vardığımda bir şey söylemesine fırsat vermeden toprak rengi gözlerinin içine son kez baktım ve arkamı döndüm. Gözleri gerçekten çok güzeldi. Kahve deyip geçmemek lazım. Kahvenin de tonları var sonuçta! Ve sanırım en güzel tonu da onda. İlerlemeye başladım. Gözlerimin yaşarmaması için elimden geleni yapıyordum. Üzülmemeliydim. Ben konuşmuştum ve onun konuşmasına fırsat vermemiştim. Çünkü cümleleri çok etkileyiciydi ve onun karşısında gözyaşı dökmek isteyeceğim en son şeydi. Birden arkamdan bağırmaya başladı. Uzaklaştığım için aradan bazı kelimeler duyuluyordu sadece.
“Gitme,” “Döneceğim,” “Söz,” “Unutma…”
Duyduğum bu dört kelime bir kelebeğin kanadına bağlanmış ve o kelebekte kalbime konmuştu. Gözümden bir kaç damla aktı. Yüzümü görmediğine göre ağlayabilirdim öyle değil mi?
"Umarım," dedim kısık bir sesle. "Döndüğünde çok geç olmaz güzel adam. Ve umarım, dönersin..."

AYNALAR Where stories live. Discover now