Kelebek-13-

567 134 139
                                    

Günler geçiyordu ve Arın’dan gelen arama ve mesajlara cevap vermiyordu Derin.
Havanın soğuk olmasına karşın dışarısı insan kaynıyordu. Derin'se o insanlardan biriydi. Bunalmıştı ve kendini dışarıya atmıştı nereye gittiğini bilmeden. Daha sonra uzun süredir kütüphaneye gitmediği aklına geldi ve kartının çantasında olup olmadığına bakarak kütüphanenin yolunu tutu. Orada saatler geçirdikten sonra bir kitap ödünç alarak kendini tekrar caddede dolaşırken buldu. Kolundaki saate baktı. Saat henüz birdi. “Tüm günümü evde kitaplarımla geçireceğim sanırım.” diye mırıldandı. Tam o sırada yanı başında, adımlarına bir başkasının adımlarının da katıldığını fark etti. Başını çevirmeden anlamıştı kim olduğunu. Rüzgarla burnuna gelen koku… Arın Gürsoy'du bu. İstifini bozmadan yürümeye devam etti. Onu umursamadığını belli etmek ve onun gitmesini sağlamak istiyordu. Kızgındı.
Arın Derin'in önüne geçti hızlı adımlarla. "Derin." dedi kısık bir sesle. Derin cevap vermedi ve devam etti yürümeye. Bu kez Arın Derin'i kolundan tutup kendine çevirdi. "Lütfen. Özür dilerim. Bak, ben seni kırabileceğimi düşünemedim..."
Derin gülümsedi. Alaycı bir gülümseyişti bu. "Sen," dedi parmağıyla Arın'ı işaret ederken. "Beni kırıp kırmamayı umursamadın." Arın itiraz eder gibi oldu ama Derin onu susturdu. Tiksinir gibi baktı Arın'a. Gözlerinde bir çok ifade vardı şimdi. Nefret, öfke soğukluk… "Çünkü sen beni umursamadın. Çünkü sen hiç kimsemsin. Çünkü ben hiç kimsenim."
Arın biraz önce tuttuğu kolunu bırakmayarak diğerini de kavradı. O an orada hiç kimse yokmuş gibi davranıyorlardı. Sanki kocaman caddede sadece ikisi vardı.
"Bana öyle bakma," dedi Arın yalvaran bir tonda. "Bana öyle söyleme." diye devam etti.
"Nasıl?" diye sordu Derin yutkunarak.
"Herkese baktığın gibi. Herkesle konuştuğun gibi. Herkesmişim gibi…" Kendisi bile şaşırmıştı ağzından çıkan sözlere.
"Herkessin zaten," dedi Derin. Fakat kurduğu cümlenin doğruluğundan kendisi de emin değildi. Devam etti yine de. "Hiç kimsemsin. Beni kurtardın. Teşekkür ederim ama bunun için senin oyuncağın olamam."
Başını iki yana salladı Arın itiraz ederek. "Hayır," dedi. "Ben, seni kurtardığımı unuttum bile. Hem bunu benden sen istemedin ki. Lütfen barışalım. Bir yerlere gidelim beraber. Bana ufak bir sözün var hem. Şiir..."
Derin itiraz etse de Arın’ın ısrarları galip gelmişti. Beraber Arın'ın arabasına bindiler. En başta sustular. Çoğunlukla susuyorlardı zaten.
Sonra "Ee," dedi Arın. "Nereye gidelim?"
Derin omuz silkti. Şuan Arın'ın arabasında olduğuna inanamıyordu. Nasıl kabul etmişti onunla gitmeyi? Nasıl mağlup olmuşu hemen onun karşısında?
"Galata Kulesi'ni gördün mü hiç?" diye sordu Arın.
"Hayır," dedi Derin. "Ben hiç Avrupa yakasına geçmedim."
Arın şaşırdı. "Sen, kaç yaşındasın?" diye sordu. Daha önce aklına bile gelmemişti bunu sormak.
"On sekiz," dedi Derin yaşayamadığı günlerin hatırına dudaklarına acı bir gülümseme kondurarak. "On sekiz."
"Liseli kız… En güzel yaşlarındasın oysa. Bir insan İstanbul'un tek bir ilçesinde takılı kalırsa İstanbul'da yaşadım diyebilir en fazla. İstanbul'u yaşadım diyemez. Yaşamadığın sürece de ne anlamı kalır ki sana verilen canın? Ne anlamı var İstanbul'da olmanın?”
"Ben yaşadım bile diyemezken, ne önemi var İstanbul'da yaşadım demenin?"
Arın yutkundu. Daha haftalar önce onu intihardan kurtaran kendisiydi. Bu aklından çıkmıştı bir an. Bir insan neden intihar ederdi ki? Bunu hiç düşünmemişti... Ama hiçbir şey intihar için mantıklı bir neden değildi ona göre. İstemeden aklındaki soruyu dile getirdi.
"Sevgilin var mı?" Korkarak sormuştu bu soruyu.
Derin kaşlarını çattı. "Yok." dedi tok bir sesle.
"Yanlış anlama, ben sadece…"
"Sen sadece," diyerek sözünü kesti Derin Arın'ın. "Sadece intihar etme sebebimi merak ettin ve bunun bir sevgili yüzünden yapılmış ergence bir davranış olduğunu düşündün. Sırf liseye gidiyorum diye. Yine düşüncesiz bir davranış Arın Gürsoy."
"Aslında…” dedi ve sustu Arın. Sadece merak ettiği için sorduğunu söyleyemedi ve devam etti konuyu değiştirerek. “Neyse. Bana soyadımla hitap etmezsen sevinirim."
"Neden?" dedi Derin. "Sizler, soyadınızı duymaktan dolayı gurur duyan insanlar değil misiniz?"
"Herkesi aynı kefeye koyamazsın Derin." dedi Arın sert bir şekilde.
Sustular. Onlar tek bir cümleden bile birbirlerinin ne demek istediğini anlayan iki kişiydi. Onlar hep susan ama deli gibi konuşmak isteyen iki kişiydi.
İki kişiydi onlar, tek bir vücut bulmak isteyen, bu isteklerinden bihaber olan iki kişi...
Dakikalar sonra Arın arabayı deniz kenarında dururdu.
"Neden buraya geldik?"
"Aslında, henüz gelmedik."
"Nasıl yani?"
"Biraz sabırlı ol Derin Merdümgiriz."
Derin gözlerini devirdi. "Pekâlâ."
Arın önden yürüdü, Derin onu takip etti. İki tane simit aldılar önce.
"Hadi gel." dedi Arın vapuru işaret ederek. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"Ne, nereye?"
"Hadi!" diye karşılık verdi Arın. Derin'in bileğinden tuttu ve dakikalar sonra kendilerini vapurda buldular.
"İlk kez," dedi Arın. "Benimle biniyorsun vapura."
İlkleri, iliklerine kadar yaşayacaklardı birlikte. Ve tekrar sustular. Her zamanki gibi. O an oradaki tek ses, denizin ve martıların sesiydi. Ve herkesin duyamadığı, kulakları dolduran huzurun sesi...
Koca bir boşluğun resmiyle karşılaştı Derin, denize bakarken. Şimdiye kadar hiç denize girmemişti mesela. Yüzmeyi öğrenebilmek için annesinin zorla gönderdiği yüzme kursundaki havuz dışında suya girmemişti. Onu da unutmuştu zaten. Hiç vapura binmemişti, hiç başka bir şehre ailesi olmadan gitmemişti. Gerçi daha İstanbul'un diğer yakasına bile geçmemişti. Buz pateni yapmamıştı, sinemaya gitmemişti. Lunaparka bir kere gitmişti sadece. Onu da fotoğraflardan görmüştü, hatırlamıyordu bile.
Ama çok ülke gezmişti Derin. Çok insan tanımış, çok macera yaşamıştı. Kitaplarda. O kadar çok okuyordu ki odası kitaplarla dolup taşmıştı. Hatta bazı kitapları defalarca kez okumuş, bir cümlenin başı okunduğunda devamını getirebilecek kadar aklına kazımıştı satırları.
"Derin." Arın'ın sesi Derin'in düşüncelerini bölüp geçmişti. "Ne oldu?"
Arın'ın sorusuyla birlikte Derin gözlerinin dolduğunu fark etti
"Hiç." dedi. "Sadece, bir anlığına hayatımı sorguladım o kadar." Elleriyle gözlerini sildikten sonra temiz havayı, temiz havadaki huzuru ciğerlerine çekti.
"Şiir..." dedi Arın heyecanla.
"Ben okumak zorunda mıyım?"
"Ah hadi ama," dedi Arın. "Mızıkçılık yok."
Derin sert bir şekilde nefesini verdi ve gözlerini denize çevirerek ezberinden okumaya başladı şiiri.

"Ağlayarak geldiğim bu dünyaya
Susarak veda ediyorum.
Bir bağın kesilmesiyle özgürleştiğim bu dünyaya
Başka bir bağla veda ediyorum.
Veda etmek özgürlüktür aslında.
Artık daha özgür olacağım.
İnsanlardan, kuşlardan...
Birçok hayalimi de yanımda götüreceğim belki.
Ama en azından kendi kararımla
Onlardan vazgeçeceğim.
Birileri eksilecekken dünyadan
Birileri can buluyor.
Gelen, gidenin yokluğunu örtüyor.
Şunu anladım ki kısacık ömrümde,
Varlığımız beş para etmiyor!"

Şiiri okumayı bitirdikten sonra gülümsedi ve “Saçmalamışım işte, her zamanki gibi." diye mırıldandı Derin.
"Hayır," dedi Arın. Şiir çok hoşuna gitmişti ve Derin’e olan güzel bakışları ikiye katlanmıştı. "Sen… Bu çok güzel."
Bir kaç saniye sustular fakat bu susuş ikisine de çok uzun bir zaman gibi geldi. Arın yine konuştu.
"Kalbime sert bir şekilde oturan bu acı, aynı zamanda nasıl bu kadar güzel olabiliyor?" Yutkundu. "Nasıl başarıyorsun bunu? Bu kadar güzel olan bir şey, insanın canını nasıl yakabiliyor?" Hızını alamadı. İçini döküyordu. "Şiir Derin. Canımı yaktı. Ama çok güzel. Ve... Ve sen Derin. Her şekilde canımı yakıyorsun. Ve bu acı çok güzel... Sen, çok güzelsin."
Derin o anın şaşkınlığıyla bir anlığına gözlerini Arın’ın gözleriyle buluşturdu. Ve fütursuzca ayak uydurdu ona. “Yaşamak canımı yaktı. Ölmeyi istedim. Toprak rengi gözlerle karşılaşınca da ölmemek için yalvardım, o toprağa girmemek için yalvardım. Nasıl başardın bunu? Bir yandan gözlerinde gördüğüm toprak ölümün sıcak kollarını temsil etti. Bir yandan da yaşama bağladı beni o toprak rengi hareler.”
Sustular. Ne söylenebilirdi ki? Bazı kelimelerin üzerine kelime söylenemez, bazı cümlelerin üzerine cümle kurulamazdı.
Lügatta binlerce kelime varken, insan nasıl olurda tek bir söz bile söyleyemezdi?
"Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim." demişti Özdemir Asaf. Anlaşılan ona da yetmiyordu kelimeler, kalbini delip geçen duyguları anlatmaya.
Dakikalarca susmanın ardından, en büyük icat olan konu değiştirme yöntemini kullandı Arın.
"Hadi," dedi. "Simidini böl. Beraber martılara simit verelim."
Derin girdiği hislerin etkisinden çıkmaya çalıştı ve anı yaşamaya karar verdi. İlk kez biriyle eğlendiğini hissetmişti. Daha önce martılara simit veren insanları sadece televizyonda görmüştü. Şimdiyse kendisi de onlardan biriydi.
Bunu değerlendirecekti. Var olduğu, nefes aldığı anın kıymetini bilecekti. Bir şekilde düzelirdi her şey. Belki alışık değildi bu dünyaya, belki insanları hiç tanımıyordu ve birçok şeyden geri kalmıştı. Ama nefes alıyordu işte. Hem yaşadıkça daha çok tanıyordu insanları insan. Hala vakit vardı.
"İşte geldik!"
Beraber vapurdan indiler ve yürümeye başladılar.
"Sanki görünmez bir kapı gibi."
"Ne?"
"Deniz diyorum. Görünmez bir kapı gibi. Oradan geçmeden önce bu kadar huzurlu hissetmiyordum. Ama şimdi, içim huzur dolu."
"Hazır ol Derin. Çünkü gün daha yeni başlıyor..."

               ♛

Derin’den
Düşünürdüm eskiden bunca bina, bunca yapı var. Ne gerek var ki tüm bunlara? İnsanlar bu kadar azken, ne gerek var bunca dikili taşa? Şimdi fark ediyorum. Baktıkça etrafa, yürüdükçe… Bunca insan nasıl sığıyor şu binalara? Kocaman dünyanın ufacık bir bölümünde bu kalabalık varsa, bundan yıllar sonra nasıl sığılır bu gezegene? Şimdiye kadar yaşadığımı düşünüp bir iple hayatıma son vermek istiyordum. Aslında ölü olan biri, boğazına sarılan bir iple veda edebilir mi hayata? Ben yaşıyorum sanırken, içinde kaybolduğum kitapların dünyasında aslında hayatın farklı yansıtıldığını düşündüm sayfalara. Bir insanın kaleminden dökülenlerle, yaşadıklarının çok başka olabileceğini anladım. Fakat şimdi ne yapacaktım ben? Dışarıda böyle bir dünya olduğunu bilmeyen, sadece bir denizden vapurla geçmiş, martılara simit vermiş ve yeni tanıştığı bir adamla bir kaç sokak yürümüş olan ben... Üstelik bu adamın kendisi de apayrı bir dünya… Ben. Küçük bir tırtılken ve daha kötüsü kavanozda saklanan küçük bir tırtılken, şimdi bir kelebeğe dönüştüm ve kavanozumdan atıldım. Hiç tanımadığım bir ben olarak ve hiç tanımadığım bir yerde yaşayacaktım şimdi. Ve her şey göründüğünden çok farklıydı.
Ben. Derin Merdümgiriz. On sekiz yaşında ve hayata yeni başlayan bir kelebek...

AYNALAR Where stories live. Discover now