Ateşten Çıkmış Balık-11-

638 147 218
                                    

"Çağrı Demir'in yakınları siz misiniz? " sesiyle herkes başını sesin geldiği yöne çevirdi. Odaklanılan kişi Bora'yken şimdi herkesin gözü iki polisin üzerindeydi. Bora cevap vermeyince Arın Bora'yı işaret ederek "Babası." dedi. Polis memurlarından biri:  "Olay anında orada olanınız var mı?" diye sordu.
Arın ve Derin orada olduklarını söylediler.
"Sizlere bir kaç soru sormamız gerekiyor lütfen oturun." dedi polislerden biri. Bora'nın babası ayaklandı ve lavaboya gitmek için izin istedi. Olayın ciddiyetini yeni anlayan Derin ve Arın şimdi ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Neden orada oldukları sorulduğunda ne diyeceklerdi ki? Gerçeği söyleseler bir de onunla uğraşacaklardı.
"Çağrı Bey bıçaklandığında siz onun yanında mıydınız?"
"Hayır." diye cevap verdi ikisi aynı anda.
"Peki siz neredeydiniz?"
"Biz yukardaydık." dedi Arın.
Diğer polis tek kaşı havada onları süzerken bir dedektif edasıyla, boğuk ve gizemli bir sesle: "Peki o saatte orada ne işiniz vardı?" diye sordu.
Yutkundular. Ama birbirlerine bakmadılar.
"Biz..." dedi Arın. Derin onun sesini bastırarak konuştu hemen. "Ben yalnız kalmak istedim. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Kendimi orada buldum. Kimsecikler yoktu. Yukarı çıktım ve camın önünde manzarayı seyrettim. Onlar da beni aradılar. Biz üçümüz arkadaşız. Yerimi sordular. Israr edince söyledim ve geldiler.
"Olay yeri inceleme ekibi orayı inceleyecek zaten. Peki Çağrı Demir neden tek başına aşağıdaydı? Sadece sen mi çıktın yukarı? "
"Hayır. O arabadan su almaya indi. En başta beraber çıkmıştık yukarıya."
"Peki." dedi polis uzatmadan. Sonra da gittiler.
Derin ve Arın şaşırmışlardı. Polisler lafı uzatmamıştı. Üstelik binaya girme izinleri olup olmadığını bile sormamışlardı. Sordukları soruları sormak için sormuş gibi gözüküyorlardı. Garipti ama bu onların işine gelmişti, üzerinde durmadılar. Birlikte kantine gittiler.
Arın sürekli Derin'i inceliyordu. Hayalleri çok farklıydı. Derin'i kurtaracak ve onunla sohbet edecekti. Onca güzel düşünceye ve kötü bir hayata sahip olan kıza bir şeyler sormak istiyordu. Kalbinde kendisinin bile ne olduğunu bilmediği hisler dolaşıyordu. Kalbi bir kuyuydu ve o kuyuda birçok insan boğulmuştu. Derin'in de o kuyuda boğulmasını istemiyordu. Onunla vakit geçirmek ve tüm olayları daha ayrıntılı dinlemek istiyordu. Durumunun iyi olup olmadığını sormak, onu evine götürüp rahat etmesini sağlamak, gözlerine daha uzun bakmak istiyordu. Uzun zamandır hissetmediği, daha doğrusu şimdiye kadar hiç hissetmediği şeyin şimdi fırsatını bulmuştu ve bunu yaşamak istiyordu. Ama tüm bu isteklerini ertelemek zorundaydı. Zaten Derin’de hiç tanımadığı biriyle vakit geçirecek birine benzemiyordu. Belki de isteklerinin hiçbiri gerçek olmayacaktı.
Arın düşüncelerinden sıyrılıp Derin'e döndü panikle. "Derin ip orada. Binada kaldı."
Derin sinsi sinsi gülümsedi ve çantasını göstererek "Delilleri yok ettim." dedi.
"Bunu ne ara yaptın?" diye sordu Arın hayretle.
Derin gülümsemekle yetindi. Etrafa bakındılar. Bora çay almış, bir masada oturuyordu. Yarım kalan bir konuşmaları vardı ve ikisi de o konuşmayı tamamlamak istiyordu. Bora'nın yanına gidip oturdular.
"İyi misiniz?" diye sordu Derin.
"İyiyim diye yalan söyleyecek halde bile değilim.” dedi Bora.
"Ama oğlunuz iyi. Neden bu kadar üzgün gözüküyorsunuz?"
Bora gülümsedi. Fakat acı bir gülümsemeydi bu.
Arın meraklı bir şekilde "Bize bir şey anlatıyordunuz. Doktor size ne söyledi Bora Bey?" 
Bora’nın zihninden geçen cümleler bir yılana dönüşüp onu boğuyordu adeta. Kravatını gevşetti ve derin bir nefes verdi.
"Bunu size anlatamam çocuklar. Bunu anlatamam…”
Karşılarında oturan bu adam oldukça kötü ve güçsüz gözüküyordu, üstelemediler.
“Hadi siz evlerinize gidin artık.” dedi Bora ve Derin’e döndü birden. Elini uzatarak "Seninle tanışmaya bile fırsatımız olmadı karmaşadan. Oğluma kan verdin sana minnettarım. Ben Bora Demir."
Derin gülümseyerek onun elini sıktı. "Rica ederim kim olsa aynısını yapardı.” dedi ve devam etti. “Ben de Derin. Derin Merdümgiriz. Tanıştığımıza memnun oldum."
İkisinin elleri öylece kaldı. Hala el sıkışıyorlardı. Ve adam şaşkın bir ifadeyle Derin'e baktı. "Derin. Derin Merdümgiriz." diye mırıldandı… Elini çekti yavaşça. Kafasının içinde yankılanan ses, kızın kurduğu cümleydi. Sanki adamın zihni boş bir mağaraymış gibi, Derin'in söyledikleri yankı yapıyordu sürekli kafasının içinde. “Ben de Derin. Derin Merdümgiriz.”
Kalktığı yere oturdu tekrar. Daha berbat bir haldeydi şimdi. Belli etmemeye çalıştı ama bu çok zordu.
“İyi misiniz?” diye sordu Derin. “Sizin için ne yapabiliriz?”
”Sadece sudan çıkmış balığa döndüm. Toparlanmalıyım.” dedi Bora yutkunarak. “Şimdi, ben Çağrı'nın yanına gidiyorum. Onu çok yalnız bıraktım. Sizler de evlerinize gidin artık çocuklar."
"Peki Bora Bey. "
Bora gittikten sonra Derin gülümsedi. Onun gülümseyişleri yarasının derinliğini açığa vurur nitelikteydi artık. "Bende ateşten çıkmış balık  gibi hissediyorum." dedi kısık bir sesle.
"Ben bir taksi çağırayım. Önce seni evine bırakalım sonra ben giderim." dedi Arın.
"Hayır, evimiz buraya çok yakın ben yürümek istiyorum. Sen kendin için çağır." 
"Olmaz Derin, beraber yürüyelim o zaman. Bu saatte tek başına gitmen doğru olmaz. Hem biraz konuşuruz."
Derin kabul etti ve hastaneden beraber çıktılar. Biraz yürüdükten sonra Derin üşümeye başladı. Üzerine mont almamıştı ve dışarıda kar vardı. Kollarını birbirine doladı. "Ee," dedi. "Konuşmayacak mısın?"
Arın Derin'in üşüdüğünü fark ederek üzerindeki montu çıkarttı ve Derin'in sırtına yerleştirdi. "Şunu düzgünce giyindikten sonra konuşabiliriz."
Derin itiraz ederek montu uzattı "Olmaz sen üşürsün."
Arın gülümsedi. "Şimdiye kadar fark etmediğim için aptal gibi hissediyorum zaten. Senin üşümendense kendim üşümeyi yeğlerim. Şimdi bunu sen giyinmezsen ben giydireceğim Derin."
Derin montu aldı ve giyindi gülerek. Arın göz ucuyla ona baktı. "Fermuarını da kapat."
"Kapanmıyor ki bu."
Arın iç çekti. Derin'in üzerindeki montun fermuarını bir çırpıda çekince "Sende amma becerikliymişsin." dedi. Sonra durup Derin'i süzdü gülerek. "Mont, çok yakıştı.”
"Dalga geçme Arın! İçine düştüm resmen. Bu ayı kürkü gibi!"
Arın tek kaşı havada ona baktı."Ben, ayı mıyım?"
"Sana öyle bir şey söylemedim."
"Ama ayı kürkü gibi dedin. Mont benimse ayı da ben olmaz mıyım?"
"Sadece bir benzetmeydi," dedi Derin. "Çok büyük olduğunu söylemeye çalıştım." diye devam etti bıkkın bir tavırla.
Arın konuyu değiştirdi. Ellerini cebine sokarak, "Yıldızlar çok güzel öyle değil mi?" dedi.
Derin gökyüzüne baktı kaşlarını çatarak. "Ama hiç yıldız yok ki bu gün."
Arın ayağını yere sürterek "Zaten güzel olan şeyler her istediğimizde bizimle olamazlar ki. Önemli olan bir bakışta o güzelliği beynimize kazıyıp her baktığımızda o ordaymış gibi görebilmek."
"Yani şimdi yıldızlar oradaymış gibi mi davranıyorsun?" dedi Derin Arın'ın sözlerini tam kavrayamamış bir ifadeyle.
"Zaten oradalar. Fakat gözükmüyorlar ve ben belleğimdeki resimle onları her an izleyebiliyorum. " dedi başını öne eğip gülümseyerek. "Senin şiirini okuduktan sonra böyle şeylerden anladığını düşünmüştüm. Yoksa yanlış mı düşündüm?" diye devam etti.
"İntihar etmeyi denemiş bir kızdan bir gün bile geçmeden toparlanıp edebiyat yapmasını bekleyemezsiniz bay edebiyatsever." dedi Derin biraz ciddi biraz da şakayla karışık.
"Kusura bakma. O kadar şey oldu ki, seninle ilgilenemedim bile.”
"Sorun değil, ben alışkınım." dedi Derin ve bu konuya girmek istemediği için hemen konuyu değiştirdi. "Sen şiir dedin. Ama o defterde iki şiir vardı. Yoksa ikisini de okumadın mı?"
"Ah!" dedi Arın. "Ben senin yazdığın son cümleden sonra seni nasıl aradığımı bilmiyorum. Arabadayken gördüm son sayfadaki şiiri ama vakit bulamadım okumaya. Çok isterim okumayı ama defter sende."
"İstersen verebilirim." dedi Derin.
Arın parmağını şaklattı. "Bak ne yapalım biliyor musun? Bir gün buluşalım ve o şiiri sen bana oku."
Derin şaşırmıştı. "O-olabilir." dedi. Sonra yan tarafa bakıp, "Gelmişiz burası bizim ev. Çok teşekkür ederim." dedi.
"Rica ederim. Benim için zevkti." diye karşılık verdi Arın.
Derin tam bir adım atmıştı ki; "Ah, montun." dedi fermuarı açmaya başlayarak.
Arın sorun olmadığını söylese de Derin montu ona uzatıp tekrar teşekkür etti. İçeri girip kapıyı kapatana kadar Arın bekledi. Sonra bir taksi çağırdı ve kendisi de evine gitti.
Derin eve sessizce girdi ve üst kata çıktı. Kimseye görünmek istemiyordu çünkü önce boğazındaki ipin izini kapatılmalıydı. Oturma odasına baktığında annesi televizyonun karşısındaki ikili koltuğa uzanmış ve uyuyakalmıştı. Babası da çoktan yatmıştı büyük ihtimalle. Yavaşça merdivenlerden üst kata çıktı ve banyoya gitti. Boğazına baktı. Ve oraya baktığında bir yazarın kendi oluşturduğu karakteri öldürürken hissettiği acının şekil bulmuş haliyle karşılaştı sanki. Peki kendisi kimin oluşturduğu karakterdi? Babasının mı? Annesinin mi? O kadının mı? Tek fark vardı o da, onu oluşturan kişinin farklı biri olmasına rağmen öldüren kişi kendisiydi. İçinde de kendisi vardı ve aslını bir zırh gibi  kaplayan dışındaki  Derin, bir uçurumdan atlayıp intihar etmişti. Genç kız da kendini bir ipin kollarına atacakken şimdi yine kendisinin karşısındaydı. Yine bir ayna vardı ve bu sefer o aynada eski Derin'in daha büyük parçalarının yansıması vardı.
Camlı dolabın kapağını açtı ve eline aldığı fondötenden parmağına bolca sıktı. Genç kızın fondötenli parmağı ipin izinde dans ettikçe acıları ve anıları depreşiyordu. Sanki tüm anılar oraya saklanmış ve kapağı kapalı bir kutu gibi açılmayı bekliyorlardı. Fakat Derin bunu yapacak mıydı? Hayır. Önce kendi dağınıklığını toplamalıydı. Beynindeki dağınıklığı toplayıp, yapboz parçalarının hepsini birleştirip ardından kartları açık oynamalıydı. Her şeyin bir sırası vardı ve herkesin sırası gelecekti...
İzini kapattıktan sonra odasına geçti ve üzerini değiştirdi. Dolabından aldığı pembe örtüyü aşağıya indirip annesinin üzerine örttü. Ardından yanağına bir öpücük kondurdu ve annesine şefkatle baktıktan sonra odasına çıktı.
Yatağına oturduktan sonra siyah çantasından kırmızı defteri çıkardı. Parmaklarını defterin üzerinde gezdirdi ve defteri açtı. Sayfalarına baktı, düşündü. Öylece oturup  defteri inceledi Ölmek istiyor muydu sahiden? Kolay mıydı ölmek?  Peki bu kadar bitkin bir haldeyken nasıl yaşanırdı? Kafasından birçok soru vardı ve hiçbirini cevaplayamıyordu.
Unutmak insana verilmiş bir armağan mıydı yoksa ceza mı? Hatırlamak bir işkence miydi yoksa dudakta küçük tebessümler yaratan bir şey mi? İnsan zihni garipti. Kimi zaman bize oyunlar oynardı. Hatırlamak istediğimiz şey bir türlü gözümüzün önüne gelmezken unutmak istediklerimiz zihnimizde yankılanıp durmasın diye bizi yalvartırdı.
Peki, bizimle oyun oynayan zihnimize savaş açamaz mıyız? Elbette bunu yapabiliriz. Unutmak… Hatırlamamak mıdır yoksa hatırlasan bile umursamamak mı?  Her şey kendimizde biter. Unutmak istediğimiz şeyleri zihnimizde silmeye çalışmaktansa onlara verdiğimiz değeri silmeliyiz. Çünkü kimse sonsuza dek unutmaz. Bir gün o şey karşınıza çıktığınıza içinizdeki çocuk acı çeksin istemiyorsanız, karşılaştığınızda gülümseyebileceğiniz hale getirin onu. Unutmayın, değersizleştirin.
Defterin  sonunda ve başında bulunan siyah sayfaya beyaz bir kalemle kondurduğu şiirlerin satırlarını inceledi Derin. Katran karası sayfalara  isli bir alev gibi dokunan beyaz kalem, deftere kondurduğu sözcüklerle yakıp kavuruyordu okuyanları.
Ve bu sözcüklerle yanan sadece iki kişi vardı. Arın ve Derin…
Birlikte daha çok yanacaklardı…

AYNALAR Where stories live. Discover now