Başlangıç

9.3K 310 38
                                    

Herşey nasıl başladı diye soracak olursanız, yağmurlu bir günü anlatırım size. Bir bahar ayı olmasına rağmen rüzgar buz gibi çiğ bir soğukla dokunuyordu tenime. Toprak kokusu evreni sarmış ve sonsuz huzura kavuşturmuş gibi buram buram kokuyordu. Yağmur sağanak halinde uslu uslu yağıyordu. Tam çayını eline alıp, pencere kenarında battaniyeye sarılarak izlenecek bir manzaraydı aslında. Ama benim için öyle değildi.

Sekiz yaşının yaramazlığıyla doluydu içim. Kahyanın boşluğundan yararlanıp aşırdığım sadağı (sadak; ok ve yayın konulduğu torba), yağmur damlalarıyla ıslanmış hedef tahtasına doğru sürüklüyordum peşimden. Sadağın ağır olmaması gerekiyordu. Ağbim James bir eliyle kaldırır, sağ omzuna atıverirdi çantayı. O böyle yaparken hafif gözüküyordu.

Oflayarak yağmurla ıslanıp, yüzüme yapışan saçlarımı çamurlu ellerimle yüzümden geriye sıyırıvermiş, bu sebeple yüzümü de çamur içinde bırakmıştım. Yine de umrumda değildi. Sessiz ve hızlı olmak için ayakkabı giymediğim ayaklarım yumuşak balçığa batıyordu ve uzun beyaz iç elbisemin eteklerini de çamur yapıyordu. Yani yüzümdeki çamur en son dert edeceğim şeydi.

Hedef tahtasına vardığımda sadağı bırakıverdim. Ardından ben de nefes nefese yere yattım. Yağmur damlaları sertçe yüzüme vuruyordu ama bu beni hiç rahatsız etmiyordu. Ablam Cecilia yağmuru sevmezdi. Elbiselerini ve saçlarını bozduğundan yakınırdı. Arkadaşları Leydi Anne ve Leydi Sophia' da bir leydinin yağmurdan kaçınması gerektiğini savunurlardı. Ah! Bir de Leydi Mathilda vardı, kendisi benim dadım ve eğitmenim oluyordu, bir leydinin keyif veren her şeyden kaçması gerektiğine inanıyor gibiydi. Yağmur, güneş, kar hepsinden kaçınmalıydı bir leydi. Hele o leydi bir prenses ise!

Bana göre hepsi saçmalıktı. Yağmuru seviyordum, tenimi yakan güneşi, ellerimi üşüten yumuşak karları, yazları serinleten göle dalmayı, ağaçlara tırmanmayı, çamurda debelenmeyi, doğanın her şeyini seviyordum işte!

Şimdiyse gözüm ok ve yaydaydı. O aptal çocuk başarabiliyorsa ben de başarabilirdim! Hızla ayağa kalktım. Oku çekerek çıkardım sadaktan. Parmak ucumla dokunduğum uç kısmı sivriydi. Ardından yayı çıkardım. Ağır gelmişti elime. Oysaki ne kadar hafif gözüküyorlardı!

Yerine yerleştirdikten sonra zorlukla çektim oku. İlk atışım ıskaydı. Daha sonraki bir düzine atışlarım da öyle. Sinirlere ayağımı yere vurdum. Ama böyle hayal etmemiştim!

"Asha!" diye haykıran sesi duymamla tüylerim diken diken olmuştu. Sağanak yağmur dolayısıyla saray ahalisi bahçede değildi. Hele ki bu saatler benim öğle uyku vaktimdi. Herkes uyuduğumu sanarken tüymüştüm odamdan. Yakalanırsam halim fena olacaktı. Okları hızla sadağa tıkıştırdım. Ama geç kalmıştım.

"Asha, bu ne hal?"

O aptal çocuğu görmeyi beklemiyordum. Bu yağmur onun asil postunu ıslatırdı ne de olsa. Burnumu havaya kaldırdım. "Görmüyor musun? Çalışıyorum!"

Siyah kaşları hayretle havaya kalktı. Erik benden üç yaş büyüktü ama her zaman benden daha olgun olmuştu. Bu beni rahatsız ediyordu. Ayrıca ona kimse karışmıyordu. Benim aksime istediği her şeyi yapabiliyordu. Gözleri de çok güzeldi üstelik. Erimiş çikolata rengindeydiler ve beni çok etkiliyorlardı. Bu beni iyice sinirlendiriyordu. Uzun kirpiklerle bezeli gözleri bir beni süzüyor bir hedef tahtasına bakıyordu. Yüzünde şefkatli bir gülümseme vardı. Hızla ceketini çıkartıp bana doğru geldi. Tepinmeme aldırmaksızın ceketin kollarına soktu soğuktan buz gibi olan kollarımı. Ceketi kokusuyla doluydu ve içimde bir karıncalanmaya neden oluyordu. Bu duygu neden oluyordu bilmiyordum. Her neyse kötü hissettiriyordu. James ile birlikteyken böyle şeyler hissetmiyordum. Erik'leyken de hissetmek istemiyordum.

"Bırak beni." diye söylendim. Yağmur iyice hızlandığı için sesimi duymuyordu. Ceketi sıkıca kapatıp hızla saraya soktu beni.

"Hasta olacaksın. Neden böyle gizli saklı işler yapıyorsun?" diye söyleniyordu bir yandan. Gözlerim içimdeki öfkeden yaşla dolmuştu.

"Çünkü istediğim hiçbir şeyi yapmama izin vermiyorlar!" diye bağırdım hıçkırarak. Aniden patlamama şaşırmıştı. "Sana kimse karışmıyor, canın ne isterse yapıyorsun!" diye devam ettim öfkeyle.

"Bu doğru değil Asha." dedi yumuşak bir sesle. Gözlerimden akan yaşları hırsla sildim.

"Öyle mi? O halde sana ok atmayı öğrettikleri halde bana niye aptal dikişleri ögretiyorlar? Üstelik iğne sürekli parmaklarıma batıyor! Bak!"

Üzüntüyle iğneden delik deşik olmuş parmaklarımı gösterdim. Parmaklarıma şefkatle baktı ve teker teker öptü uçlarını. Karnıma ağrı girmişti bu hareketiyle. "Ok atmayı öğrenmek mi istiyorsun?" diye sordu içini çekerek.

"Ve dikiş dikmemek istiyorum!"

"Neden anneme söylemedin ok atmayı öğrenmek istediğini?"

Kollarımı göğsümde bağladım. "Sanki izin verir de..." diye söylendim yere bakarak.

"Annemin ok atabildiğini bilmiyor musun?"

Hızla başımı kaldırdım. "Gerçekten mi? Annem de eğitim almış mı?"

Anlayışla başını salladı. "Evet. Dikiş mevzusunu bilemem ama diğer isteğinde sana yardım edebilirim."

Tam nasıl diye soracakken Leydi Mathilda'nın hayret dolu haykırışıyla yerimden fırladım. "Prenses Asha! Tanrılar! Bu haliniz ne?"

Korkuyla içimi çektim. İşte şimdi yanmıştım. "Sizin odanızda güzellik uykunuzda olmanız gerekiyordu! Siz... Siz.." Şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Erik bana bıyık altından gülse de kusursuz bir reveransla Leydi Mathilda'nın önünde eğildi ve nazikçe elini öptü. Leydi Mathilda'nın bu kibar hareket karşısında yanakları pembeleşmişti.

"Leydim, kardeşimi bu seferlik mazur görün. Benim için."

"Ah, prensim..." diye mırıldandı kararsızlıkla Mathilda. Onu etkisi altına almıştı işte hemen. Aptal çocuk ne olacak! Mathilda'nın gözleri çamurlu kılığımda dolaşırken çaresizce inledi.

"Prenses hemen odanıza gidiyorsunuz. Banyo yollayacağım. Emin olun bu hareketiniz cezasız kalmayacak."

Yeniden ağlamaya başlarken öfkeyle haykırdım. "Hepinizden nefret ediyorum!" Ardından koşarak odama çıktım.

Birkaç gün sonra annem Kraliçe İsabel, odama gelip ok ve yay dersi alacağımı söylediğinde dünyalar benim olmuştu. Mavi gözleri sevecen bir ifadeyle tarıyordu yüzümü. Annem çok güzel bir kadındı. Uzun kestane rengi saçları ve cam göbeği rengi gözleri vardı. Ona çok özensem de ben babamın sarı saçlarını ve gümüş grisi gözlerini almıştım. Bir saç tutamını kulağımın arkasına iterken yumuşak bir sesle konuşmaya başladı. "Asi prensesim benim. Biliyorum, prenses olmak seni sıkıyor ama günün birinde çok güzel bir kraliçe olacaksın."

Omzumu silktim. "Sizden sonra sırada ağbim var kraliçem. Bana sıra gelene kadar çok uzun zaman var."

Annem masum düşünceme gülümsemekle yetindi. "Evet, ok atmayı öğrenmek istediğini duydum. Madem bu kadar çok istiyorsun, öğrenebilirsin. Hasta da olmazsın böylece günün birinde."  diyerek göz kırptı bana. Yanaklarım kızardı ve başımı eğdim. Aptal çocuk, ne olacak! Hemen anneme anlatmıştı ama annem kızmak yerine alnımı öptü ve gitti. Yarım saat sonra odama babamın hediyesi bir sadak yollandı. İçinde ceviz ağacından yapılmış çok güzel bir ok yay seti vardı.

O gün eğitime başladığımda Erik yüzünde kocaman bir gülümseme ile beni izliyordu. Hedefi ilk vurduğum anda ben de ona gülümsedim. O an ona karşı hissettiğim içimdeki o sıcak dalgayı ilk defa orada kabul etmiş ve sevmiştim.

Asi Prenses | Andarkan Serisi 2Where stories live. Discover now