Gerçek

3.1K 210 19
                                    

Elimdeki kağıtları okurken dikkatimi dağıtmamaya çalışıyordum. Bütün öğlenimi arşiv odasında geçirmiştim ama hala elimde doğru düzgün bir kayıt yoktu. Alnımı ovalarken aşağıdan gelen gülüşme seslerini duyabiliyordum. Pencereye doğru yürüdüm. Arşiv odası en üst kattaydı. Bahçe ve ormanlık alan olabildiğince uzanıyordu önümde. Göle doğru neşeyle yürüyen küçük gruba baktım. Cecilia'nın düğünene az kalmıştı. Onun isteğiyle hem bizim sarayımızda hem de Phillipp'in sarayında düğün olacaktı. İkili gruplar halinde geziyorlardı. Ariana'nın, Erik'e olan küslüğü kısa sürmüştü anlaşılan. Onun kolunda şen şakrak Cecilia ile düğün hakkında konuşuyordu.

Erik'in yüzünü buradan bile görebiliyordum. Dalgındı ve Ariana'yı dinlemiyordu. Yüzünde düz, sabit bir ifade vardı. Soğuk parmaklarımı dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Aynı şeyi düşünüyordu değil mi? Vücudumu ateş basarken öfkeyle yumruklarımı sıktım. Dolan gözlerimi tavana dikerek sakinleşmeyi bekledim.

Erik'in yumuşak dokunuşlarını dudaklarımda hissettiğimde kalbim durmuştu orda. Nefesim kesilmiş, aklım başımdan uçmuştu. Nasıl hissettiğimi bilemiyordum. Ne hissedecektim ki? Sanki eriyordum kollarının arasında. Kalbimden kasıklarıma kadar ne olduğunu anlamadığım tatlı bir sıcaklık iniyordu sanki. Kolları belimi sardığında neredeyse yere düşecektim. Dudakları tatlı tatlı dudaklarımın üzerinde kıpırdıyorken bedenimi sert bedenine bastırdı ve daha sert öpmeyen başladı. Sanki sussuz kalmıştı da ben de çölün ortasındaki bir vaha gibiymişim gibi kana kana içiyordu beni. Sadece kollarına yapışmıştım, başka bir tepki veremiyordum. Ne yapacağımdan da emin değildim gerçi. Onun gibi dudaklarımı hareket ettirmem mi gerekiyordu? Yapacak halim yoktu ki! Dudakları alt dudağımı içine hapsetmiş emerken ben bir uçurumdan aşağı yuvarlanıyordum. Peki ya o ne durumdaydı? Dilini hissettiğimde irkildim. Ağzımı açmamı istiyordu ama ben titremekten başka bir şey yapamıyordum. Aklımda tek bir soru belirmişti birden o toz pembeliğin içinde. Kalın harflerle, siyah bir boyayla boyanmış, kocaman bir soru. O ne hissediyordu? Benim gibi dağılmış mıydı yoksa bu hep söylediği cezalandırma biçimi miydi? Beni böyle mi yaralayacaktı yani?

"Aç ağzını." diye fısıldadı boğuk bir sesle. Bu boşluktan faydalandım ve kalan son güç kırıntılarımı toplayarak onu ittirdim. Aslında çok güçlü bir itiş değildi ama direniş beklemediğinden olsa gerek duruşu gevşekti. Benimle oynamasının verdiği acıyla tüm gücümle bir tokat attım yanağına. Sesi odasında yankılandı. Yüreğime çarptı, gözlerimden yaş olup aktı.

Aniden gelen tokatımla birlikte birden dağıldı. Gözleri boş bir ifadeyle bana bakıyordu ama göz bebeklerindeki acıyı görebiliyordum içten içe. "Asha..." diyebildi sadece.

"Beni böyle mi cezalandıracaktın?" diye hıçkırdım. Söylediklerimle gözleri kocaman açıldı. Göz bebeklerindeki acı bütün yüzüne yayıldı birden.

"Asha!" dedi bu sefer sitemkar bir sesle.

"Sakın dokunma bana." dedim hızla kapıya yönelerek. Bana doğru atılsa da tek kelime etmesine fırsat vermeden kilidi açıp dışarı fırladım. Utanıyordum, heyecanlanmıştım ve çok üzülmüştüm.

Akşam yemeğine her ne kadar inmek istemesem de Anthony'i davet etmiştim. Ağlamaktan kızaran gözlerimin etrafını pudralamaktan başka çarem yoktu. Aynadaki yüzüm solgundu. Ne kadar saklamaya çalışsam da hasta gibiydim. Saçlarımı kalın bir örgü şeklinde gevşekçe ördüm. Dantel işlemeli kısa kollu beyaz bir elbise giydim. Daha fazla oyalanmadan odamdan çıktım.

Salona inerken gördüm onu. Gözleri gözlerime sabitlendi. Yalvarıyor gibiydi sanki. Neden yalvarıyordu ki? Onu affetmem için mi? Bakışlarımı kaçırdım salona kaçarcasına girerek. Bilerek Anthony'nin yanına oturdum.

Asi Prenses | Andarkan Serisi 2Donde viven las historias. Descúbrelo ahora