13. bölüm CEZA

13.8K 1.1K 87
                                    

Ertesi sabah, Mehmet erkenden evden çıktığı için yine kahvaltıda yoktu. Müzeyyen, babaannesi ve Nilda'ya bakarak, "Cumartesi cumartesi ne işi bu, anlamadım. Adam yarın evleniyor ama aklı fikri çalışmakta. Ruhu ölmüş bunun ruhu!" dedi.

Cahide ona ters ters bakıp, "O zaten evli değil mi?" diye cevap verdiğinde, Müzeyyen bakışlarını bu sefer de Nilda'ya çevirdi. "Bu evde ruhu ölen sadece kardeşim değil galiba."

Babaannesi onun alışık olmadığı alaycılığına sinirlenerek, "O ne biçim söz öyle!" dese de genç kadın umursamadı. Onun gündeminde daha önemli konular vardı. Nilda'nın gelinliğinin son provası gibi. Ama bu durum yaşlı kadının hiç hoşuna gitmiyordu. Çünkü Müzeyyen, Cahide'yle normalde bu üslupla asla konuşmazdı. Ta ki küçük cadı evlerine gelene kadar!

Evde Cahide ve Nilda, istemedikleri düğünün hazırlıkları yüzünden zor anlar yaşarken, Mehmet ise ofisinde sinirden çıldırmak üzereydi. Son on gündür, bir kere bile gülümsediğini görmediği karısı, gece yarısı Oktay'la birlikte mutfakta katıla katıla gülüyorlardı. O gülücüklerin sebebinin başka bir adam olduğunu bilmek, canını o kadar sıkıyordu ki öfkeden yerinde duramıyordu. Sonra bir an babaannesinin uyarılarını hatırlayıp odanın ortasında durdu. "Oğlum, kurttan kuzu doğmaz. O kız da anası gibi şeytan!" Kendi çatısı altında, karısı kardeşini baştan çıkartmaya çalışıyor olabilir miydi? Belki kızı da annesine çekmişti. Düşündükçe dişlerini sıkmaktan çenesinin sızladığını hissetti. "Bu kadarına da cesaret edemez!" dedi kendi kendine. Sabaha kadar gözünü kırpmadığı için uykusuzluktan saçmalıyor olabilir miydi? Bir süre daha içini kemiren varsayımlarla saatine baktı. Öğleden sonra üç olmuştu. Aslında normalde cumartesileri öğlene kadar çalışırdı ancak bugün eve gitmek hiç içinden gelmiyordu.


Müzeyyen'le modaevinden çıktıktan sonra eve dönen Nilda, yatağında son günlerde yaşadıklarını düşündü. Hayatı bilinmezlikler içinde mutsuzluk ve korkularla geçerken sanki başka derdi yokmuş gibi bir de başına düğün çıkmıştı. Gelecek günlerde onu nelerin beklediğini bilmeden yaşamaya çalışmak, her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Ne kadar kırgın olsa da ailesiyle yaşadığı günleri arıyordu. Annesine sarılmayı, babasıyla eski günlerde olduğu gibi satranç oynarken iki arkadaş gibi sohbet etmeyi özlüyordu. Anne ve babasının boşanmasından daha kötü bir şey olmayacağını düşünmekle ne kadar aptallık ettiğini ilk kez o an anladı. "Meğer daima kötünün daha da kötüsü varmış," dedi kendi kendine.Aklından geçenler yüzünden iyice bunalınca, çareyi tıkılıp kaldığı odasından çıkmakta buldu. Yağmur hazır durmuşken, bahçede toprağın kokusunu soluyarak nefes aldığını hissedebilirdi. Odasından çıkıp, aşağı kata indiğinde Müzeyyen'in antrede genç bir kadınla konuştuğunu gördü. Onlara yaklaştığında Müzeyyen'in kadına, "Derslere bir süre ara mı versek? Bu aralar iyice içine kapandı," dediğini duydu. Nilda onların konuşmalarını bölmemek için sadece başıyla selam verdi. Bu sırada içeriden piyano sesi duyuldu. Hazal çalmaktan ziyade, piyanonun tuşlarına rastgele dokunuyordu. Müzeyyen'in yanındaki öğretmen, başını olumsuz anlamda sağa sola sallayarak, "Bu duruma gelebildiğine inanamıyorum. Oysaki çok yetenekli bir çocuktu," dedi.

Nilda bahçeye çıkmaktan vazgeçerek, salona gittiğinde Hazal piyanodan nefret eder gibi hırsını çıkartıyordu. Genç kızı görünce tuşlara dokunan parmaklarını kucağına indirdi. Sanki utanmış gibi başı yerde, boş boş önüne bakıyordu. Çocuğun hâline daha çok üzüldü. Yanına yaklaşarak kızın yanındaki boş taburenin önünde durdu. "İzin verirsen oturabilir miyim?"

Hazal konuşmak yerine başıyla onay verdiğinde yanına oturdu. "Piyanonu kullanabilir miyim?" diye sordu bu kez. Bir kez daha aynı şekilde cevap aldı.

Kara Yazım (Tüm bölümleriyle tekrar yayında)Where stories live. Discover now