15. Bölüm VİCDAN

14.1K 1.1K 69
                                    

Düğündeki davetlilerle ilgilenmek zorunda kalan Oktay'ın dışındaki herkes, hastanedeydi. Hatta düğün için memleketten gelen, Nilda'nın bayılmasından sonra peşlerine takılan Cahide'nin eltisi Suzan bile.

Cahide, birkaç metre ilerisinde tekerlekli sandalyede oturan Suzan'a nefretle baktı. Kocasıyla evlendikleri günden beri sevmezdi bu kadını. Bir zamanlar mavi gözü, beyaz teni ve endamıyla bir bakanı bir daha baktıran eltisi, kayınvalidesi için gelinleri arasında göz bebeğiydi. Seksenli yaşların başında olan kadın yüzündeki kırışıklıklara, hantallaşan vücuduna rağmen, hâlâ onu ilk gördüğü günkü kadar asil görünüyordu. Yaşadığı hastalık yüzünden, doktorların altı aydan fazla yaşamaz dediği kadının ölüm haberini heyecanla bekleyen Cahide, yanındaki Mehmet'e, "Aptal kızın bizi düşürdüğü duruma bak! Rezil olduk rezil!" dedi.

Babaannesinin sözlerine karşılık, Müzeyyen çok sinirlendi. Ama siniri sadece babaannesine değil, aynı zamanda karısını savunmayıp sessiz kalan kardeşineydi. Nilda'nın bulunduğu odanın kapısında, korkuyla bekleyen Gülseren, Ayhan ve Barbaros'u gözleriyle işaret ederek, "Lütfen babaanne, duyacaklar şimdi! Ayıp oluyor!" dedi.

Cahide, torununun hastanede bulunduklarını hatırlatmasına rağmen, fısıltıyla söylenerek yakınındaki boş koltuklardan birisine oturdu. Aklı sürekli olarak onu sinsi bakışlarıyla takip eden Suzan'daydı. Sanki kendisi ondan çok gençmiş gibi içinden, "Yaşlı bunak sanki dünyaya kazık çaktı. Bir geberip gidemedi!" dedi. Düğünden elde ettiği dedikodularla memlekete dönerken, talih kendisine gülüp yolda ölebilir miydi acaba? Böylece ailesi, akrabalar arasında dilden dile düşmekten kurtulurdu. O, aklında kurduğu senaryoların hayata geçmesi için dua ederken, yerinde duramayan Suzan tekerlekli sandalyesini Cahide'nin önünde durdurup eliyle kendisine yaklaşmasını işaret etti. Sonra da alay eder gibi, "Sizin bu gelin gebe falan mı? Hani düğün de apar topar yapılınca insanın aklına her türlü şey geliyor," dedi.

Cahide sinirden saç derisinin karıncalandığını hissetse de belli edemezdi. Bunu karşısındaki kadına hissettirmek, baştan yenilmek olurdu. "Ne saçmalıyorsun sen Suzan? Her bayılan hamile mi oluyor?"

Eltisi içinden kahkahalarla gülerken iki yaşlı kadın birbirlerine meydan okur gibi baktılar. Onların arasındaki sadece sıradan elti çekememezliği değildi. Birbirlerinden nefret etmelerine sebep olan; derinlerde, çok eski zamanlarda kalan başka bir şey vardı. Ve ikisinin de bilmediği geçmişin karanlık sayfalarında kalan o sır, gün yüzüne çıkmak için çoktan harekete geçmişti.

Herkes, Nilda'nın durumunu öğrenmek için beklerken odanın kapısı açıldı. Dışarıya çıkan doktor, genç kızın şiddetli soğuk algınlığı nedeniyle yükselen ateşinin nihayet düşmeye başladığını, tansiyonunun normale döndüğünü, geceyi hastanede geçirmesinin onun açısından daha iyi olacağını söyledi.

Gülseren, Ayhan ve Barbaros kötü bir şey çıkmamasına sevinerek, birbirlerine sarılırken Mehmet kendini bulundukları ortamda yabancı gibi hissetti. Ne sevinebiliyordu ne de üzülebiliyordu. Müzeyyen kardeşindeki durgunluğu farklı algılayarak, "Bak, görüyor musun merak edilecek bir şey yokmuş, sadece üşütmüş," dedi. Evet, üşütmüştü ve bunun sorumlusu sadece kendisiydi. Onu balkonda kilitli bırakmış olmasaydı, bunlar başlarına gelmeyecekti. İleri gittiğini biliyordu ama bir yandan da başka türlü davranamıyordu. İlk kez o an karısına karşı yumuşadığı gerçeğiyle yüzleşti. Ve bu yüzleşme sebebiyle bulunduğu ortamdan çıkıp kendini dışarıya atmak istedi ancak yine Müzeyyen'in hamlesiyle karşılaştı. "Hadi ne duruyorsun? Karının sana ihtiyacı var," dedi ablası. Ayhan, Gülseren ve Barbaros bir an önce Nilda'yı görmek isteseler de öncelik Mehmet'teydi.

Genç adam odaya girdiğinde, onu kolundaki serumla uyuyor gördüğünde vicdanı daha çok sızladı. Çünkü son haftalarda Nilda o kadar zayıflamıştı ki, bunu ilk kez fark ediyordu. Yatağa yaklaştıkça kendini daha kötü hissetti. Eğer her nefes alıp verişinde inip kalkan göğsünü görmese bu solgunlukla onun ölmüş olduğunu düşünebilirdi. Oysaki ilk karşılaştıklarında o kadar enerjik ve canlıydı ki... Şimdi yaşam enerjisi bitmiş, hayattan kopmuş bir kız vardı gözlerinin önünde. İçini acıtan düşüncelerle onu izlerken duymaktan nefret ettiği iç sesi kulaklarında yankılandı. "Nasıl? Eserinden memnun musun? Sonunda onu yaşarken öldürdün ya, helal olsun sana Mehmet! Çok yakında üzerine de bir avuç toprak atar, arkasından kınanı yakarsın! Hem de kolay çıkmayan Hint kınasından!"

Kara Yazım (Tüm bölümleriyle tekrar yayında)Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα