27.Bölüm ARAYIŞ

13.1K 1.1K 43
                                    

Mehmet hastanenin bahçesine, çevresine baksa da geç kalmıştı. Nilda çoktan gitmişti. Dahası, ona ulaşabilecek ne telefonunu ne de kimliği ile para almıştı yanına. Ailevi durumunu bildiği için gidecek bir yerinin olmadığını biliyordu. Peki, sadece üzerindeki kıyafetleriyle nereye giderdi?

Erdem'i bulmalarına sevinemiyordu bile. Herkes yaşadıkları sevinci unutup onu aramaya başladı, yoktu. Son olarak emniyete başvuran genç adam, komisere karısının bebeğini kaybettiğini, yaşadığı özel durumdan dolayı psikolojisinin hiç iyi olmadığını anlattı. Nilda'nın ortadan kaybolmasından dolayı korktuğunu, kendine zarar vermesinden endişelendiğini söyledi. Tabii onun aranma sürecini başlatmak için veda mektubundan bahsetmedi.

Karakoldan çıktıktan sonra tekrar hastanenin çevresine bakındı. Sanki onu bulabilecekmiş gibi saatlerce sokak sokak dolaştı. Cep telefonuna kaydettiği Nilda'nın fotoğrafını belki de yüzlerce kişiye gösterdi. Fakat ne yazık ki herkesten aynı cevabı aldı. "Görmedim."

Hava kararıp, gün geceye dönerken artık çıldırmak üzereydi. Tek başına bilmediği bir şehirde nereye giderdi? Ya başına bir şey gelirse onsuz nasıl yaşardı?

Müzeyyen hastanede Erdem'in yanında kalırken Oktay, ağabeyinin yeni bir sinir nöbeti geçirme ihtimaline karşılık onu yalnız bırakmadı. Gece yarısından sonra birlikte eve döndüklerinde iki kardeş salonda sessizce oturuyorlardı. Oktay, ağabeyinin perişan hâline üzülerek, "Ağabey, onu bulacağız. Umudunu kaybetme, dönecek," dedi.

Mehmet, kardeşinin teselli veren sözlerinden sonra yönünü Oktay'a döndü. "Sen olsaydın döner miydin? O kadar eziyetten, onca aşağılanmadan sonra? Ben söyleyeyim, dönmezdin! Hatta imkânın olsa dünyanın öbür ucuna giderdim. Onu o kadar yaraladım ki ben, kendi açtığım yaraları nasıl saracağımı bilmiyorum. En acısı da ne biliyor musun kardeşim, onun canını acıtmak için yaptığım her hamlede benimki daha fazla yandı. Sevdiğin birisine bile isteye zarar vermek, onun senin yüzünden gözyaşı döktüğüne şahit olmak, işte bu... İşte bu, azar azar, günden güne kendini bitirmek demek. Ve o gittiğinde, yaşarken ölmek demek. Önce bebeğimiz gitti, onun acısını yaşayamadan şimdi de Nilda"

Oktay, ağabeyinin anlattıklarını dinlerken pişmanlığını ve çaresizliğini iliklerine kadar hissetti. Nilda bu saatten sonra döner mi, dönmez mi bilmiyordu ama eğer dönmezse Mehmet'i kimsenin toparlayamayacağından emindi.

Mehmet pişmanlıkları, korkuları ve aklındaki deli sorularla sabaha kadar uyumazken, Oktay ilerleyen saatlerde koltuklardan birinde sızıp kalmıştı. Güneş karanlığa inat yeniden doğduğunda Mehmet'in elinden hiç düşürmediği cep telefonu çaldı. Arayan kişi Nilda'nın kaybolmasıyla ilgilenen komiserdi. Telefonun ucundaki ses, "Mehmet Bey, acil buraya gelmeniz gerekiyor. Eşinizle ilgili önemli bir gelişme var," dediğinde korkuları daha da arttı. Sanki kalbi ağzının içinde atıyormuş gibi, bedeni katı hâlden sıvıya geçerek zemine akacakmış gibi hissetti. Alacağı ya kötü bir haberse ne yapardı? Telefonun sesiyle uyanan Oktay, ağabeyine ne oluyor der gibi bakınca komisere cevap verdi. "Hemen geliyorum!"

Mehmet ve Oktay, yarım saat içinde emniyete gittiklerinde karşısındaki polis önündeki bilgisayarın monitörünü onlara çevirdi. Görüntü hastanenin önündeki caddeye aitti. Üşüdüğü her hâlinden belli olan Nilda'yı gören genç adamın yüreği sızladı. Sanki ona dokunabilecekmiş gibi elini ekrana uzatırken onun yanında duran arabayı ve içinden inen adamı gördü. Sonra Nilda'nın bayıldığı anı ve karısının tanımadığı adam tarafından arabaya taşınmasını dehşetle izledi. O sormadan polis önce davrandı. "Kayıttaki şahsı tanıyor musunuz?"

Oktay, ağabeyine güç vermek ister gibi yanında dururken Mehmet, "Hayır," dedi. Polis kamera kaydındaki arabanın plakasını büyüttü. Araç sahibinin ismini duyan genç adam daha da şaşırdı.

Kara Yazım (Tüm bölümleriyle tekrar yayında)Where stories live. Discover now