29.Bölüm NİKAH part1

12.8K 1.1K 204
                                    

Günler haftaları, haftalar ayları kovalarken Mehmet tamamen dış dünyayla bağlantılarını kesti. Evde başka bir canlının varlığına tahammül edemez olduğundan çalışan kadını da gönderdi. Beynini ve bedenini alkolle uyuşturarak, her gün sızıp kalıyordu. Artık gece ile gündüzü ayırt edemez hâle gelmiş, keşke demekten, herkesten hep aynı şeyleri duymaktan bıkmıştı. Haftada bir kere market alışverişi yapmanın dışında dışarıya çıkmıyordu. Müzeyyen ve Oktay'a çoğu kez evinin kapısını bile açmadığı oluyordu.

Yine, Nilda'nın bıraktığı mektubu okuyarak, sızıp kaldığı bir gün kapının zili çaldı. Önce umursamadı. Ama gelen kişi gitmemekte o kadar ısrarcıydı ki sadece zile basmakla yetinmeyip kapıya vurmaya başladı. Kapıya inen her el darbesi, sanki genç adamın beyninin içinde çınlıyordu. Özellikle de zilin melodisi sinir sistemini altüst etmişti. En kısa zamanda zili değiştirmeli, hatta tamamen iptal etmeliydi. Şiddetli ağrıyan başını tutarak ayağa kalktı. "Geliyorum lanet olası! Yeter!" diye bağırdı.

Kapıyı açtığında, ablasını görünce şaşırmadı. "Neden geldin?"

Müzeyyen, Mehmet'in onu bu şekilde karşılamasına içerlese de en azından haftalar sonra kapıyı açtırabilmişti. Son aylarda kötü beslenmekten dolayı iğne ipliğe dönen kardeşine bakarak, "Ben senin ablanım! Gelmek için illaki bir nedene ihtiyacım yok!" dedi.

Daha fazla konuşmak istemeyen Mehmet, arkasını dönerek salona yöneldiğinde Müzeyyen de onu takip etti. Önünde yürüyen kardeşinin üzerinden düşecekmiş gibi duran şortuna bakarak inanamıyorum der gibi başını sağa sola çevirdi. Neredeyse sırtındaki kaburgaları sayılıyordu. Gözyaşlarını Mehmet'in fark etmemesi için hemen gözlerini sildi.

Salona giren genç adam, onu takip eden ablasına bir şey içip içmeyeceğini sorarken aynı zamanda kendine içkisini dolduruyordu. Her an gidecekmiş gibi koltuğun ucuna oturan kadın, "Alkol kullanmadığımı biliyorsun," dedi.

"İstersen soğuk çayım var."

Mehmet'in kendini zorunlu hissettiği için ona ikramda bulunmayı teklif ettiğini bilen Müzeyyen, istemediğini belirtip genç adamın karşısına oturmasını bekledi. Sessiz geçen dakikalar içinde ablası çevresine göz gezdirdi. Her yer darmadağındı. İçildikten sonra koltuğun altına itilen boş bardaklar, neredeyse her yerde gördüğü boş şişeler, dışarıdan sipariş verilen çoğu yarım kalmış yemek kalıntıları... Odadaki kötü kokunun nedeni, böylece belli olmuştu. Daha fazla dayanamayarak, "Bu rezil hayattan kurtulmak için daha ne kadar bekleyeceksin?" dedi.

Mehmet onu umursamayarak, içkisinden büyük bir yudum alıp bardağı yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. "Peki, sen beni rahatsız etmekten ne zaman vazgeçeceksin? Ben hâlimden gayet memnunum."

Her ne söylerse söylesin, olumlu cevap alamayacağını daha eve girmeden biliyordu. Pes edemezdi. Dizlerinin üzerinde birleştirdiği ellerini birbirine kenetleyen Müzeyyen, onu kendine getirecek şeyi biliyordu. Sehpanın üzerinde duran mektuba ve onun yanında duran, ucunda siyah gül olan kolyeye bakarak konuşmaya başladı. "Yenilgiyi kabullenmenin zor olduğunu söylememe gerek yok. Seni anlıyorum. Ama o yoluna devam ederken senin kendini bu eve hapsetmen hiç adil değil."

Nilda'dan bahsetmek, sevdiği kadını anmak, genç adamı her seferinde bir öncekinden daha çok yaralıyordu. Onu en son gördüğü günün üzerinden koskoca dokuz ay geçmişti. Her gün, neler yaptığını düşünmediği tek bir an bile olmuyordu. Onu uzaktan da olsa bir kerecik görmeye o kadar ihtiyacı vardı ki... Ama görüp de kendini tutamamaktan, bir kere daha reddedilmekten, dahası onun gözlerinin içine bakarak seni sevmiyorum demesinden korkuyordu. Kâbusu olan o iki kelimenin sonu olacağını düşündüğünden, acısını tek başına ondan uzakta yaşamaya razıydı. Ablasının sözlerine, "Artık o konuyu kapatalım. Madem beni istemiyor, yapacak bir şey yok," diye cevap verdi.

Kara Yazım (Tüm bölümleriyle tekrar yayında)Where stories live. Discover now