25.Bölüm İTİRAF

14.3K 1.2K 97
                                    

Nilda yatağında uzansa da gözünü kırpmamıştı. Çünkü vakit gece yarısını geçtiği hâlde Mehmet henüz gelmemişti. Aynı evde birlikte yaşamaya başladıklarından beri bir gece bile gelmemezlik yapmamıştı. Meraklanarak aramak için başucundaki telefonuna uzansa da vazgeçti. Son günlerde morali sürekli bozuk olan kocasının bir derdi olduğundan artık emindi. Acaba sebebi kendisi olabilir miydi? Yoksa Mehmet onunla aynı evde yaşamaktan pişman mı olmuştu? Aklındaki sorularla gözlerini kapattığında bir gün öncesini düşündü. Bebeklerinin odası artık hazırdı. Sadece cinsiyeti belli olduktan sonra alınacak yatak örtüsü, perdesi ve gerekli diğer aksesuarlar kalmıştı. Bunun için de yaklaşık iki hafta daha beklemeleri gerekiyordu.


Yatağında uykuya dalıp, sabah alarm sesiyle uyandığında aklına ilk gelen Mehmet oldu. Hemen sabahlığını giyip, azalan mide bulantılarına dua ederek odasından çıktı. Mehmet'in kaldığı misafir odasının kapısının önünde durduğunda içeriye girmekle girmemek arasında tereddüt etti. Onu merak ettiğini ona söyleyemezdi. Kapıda volta atarak, bir süre dolandıktan sonra daha fazla sabredemeyip, ses çıkarmamak için ağır hareket ederek yavaşça kapı koluna asıldı. Kapıyı araladığında yatağın boş olduğunu hatta hiç bozulmadığını gördü. İçeriye girip banyoya kulak verdi, odada kimse yoktu. Demek gece eve gelmemişti. Bozulan moraliyle dışarıya çıkıp kapıyı kapattı. O an bitişikteki bebek odasının kapısının aralıklı olduğunu fark etti. Oysaki akşam odayı son kez gezip kapısını kendi elleriyle kapatmıştı. Temkinli adımlarla içeriye girdiğinde tekli koltukta uyuyan Mehmet'i ve yerdeki boş içki şişesini gördü. Hâli berbat görünüyordu. Sessizce yanına yaklaşıp yüzünü incelemeye başladı. Uyurken bile yüzü o kadar mutsuz görünüyordu ki... Üstü başı darmadağın, saçı karmakarışıktı. Mehmet'in bu hâline alışık olmadığı görüntüyle gözleri doldu, kalbinin ince ince sızladığını hissetti. Fakat Mehmet'in ona verdiği acılar aklına gelir gelmez toparlandı. Dolan gözlerini silerek onu uyandırsa mı, uyandırmasa mı diye düşünmeye başladı. İşte tam o anda genç adam hafifçe gözlerini aralayıp tekrar kapattı. "Ne zamandır beni izliyorsun?"

Nilda ne cevap vereceğini bilemediğinden, "Be-ben" diye kekelerken, Mehmet sevdiği kadını kolundan tutup kucağına çekti. Onun bu hareketi Nilda'yı şaşırttı. Ancak alkollü olduğu için karşı koymadı. Mehmet kucağında oturan karısına sıkıca sarıldığında, başını onun göğsüne gömüp hıçkırarak ağlamaya başladı. Kendini susturmaya çalıştıkça hıçkırıklar bir öncekinden daha güçlü çıkıyordu. Çaresizlikten ruhu yorgun düşmüştü artık. Onun bu hâline ilk kez tanık olan Nilda, korkuya kapıldı. Bir yandan korkuyordu, diğer yandan kocasını bu hâle getiren şeye üzülüyordu. Kendini geriye çekerek, "Neler oluyor?" diye sordu. "Beni korkutuyorsun!"

Genç adam konuşmak istese de dudaklarından cümleler dökülmemekte ısrar ediyordu. Gerçi ne anlatacaktı ki? Ona son zamanlardaki öğrendiklerinin hangi birini anlatacak yüzü vardı? Konuşmak istemediğini belirtmek için başını olumsuz anlamda sağa sola sallayıp karısının sıcak tenine sığındı. Bir süre konuşmadan öylece kaldılar. Ama Nilda'ya bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu. "Ben... Ben hayatım boyunca hiç kimseyi sevmediğim kadar seni çok seviyorum. Ve seni kaybedeceğimi bilmek canımı acıtıyor. Hak etmediğin hâlde sana çektirdiklerim, tıpkı bir diken gibi dönüp dolaşıp kalbime batıyor. İyileşmesi mümkün olmayan yaralar açıyor. Seninle başka türlü tanışmayı o kadar çok isterdim ki... Gözlerindeki hüznün yerine, dudaklarındaki tebessümün sebebi olmak için neler vermezdim!"

Mehmet'in çatallaşarak çıkan sesiyle ifade ettikleri Nilda'yı çok etkiledi. Onun söylediklerinin kalpten geldiğini, yalan olmadığını hissedebiliyordu. Yaşadığı onca acıdan sonra duyduklarıyla kendi gözlerinden de yaşlar akarken, "Keşke her şey başka türlü olsaydı. Ama bu yaşadıklarımız kâbus olamayacak kadar gerçek... Bizim gerçeğimiz... Bence ne geçmişi ne de geleceği düşünmeliyiz. Sadece her şeyi zamana bırakmalıyız," dedi.

Nilda'nın sözlerinden sonra Mehmet'in gözyaşlarıyla ıslanan yanaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Yani umutlanmalı mıyım?"

Nilda, kocasının kucağından kalkarak, kapıya doğru giderken, "Belki de," dedi.

Onun kullandığı tek kelime umut vadetse de Mehmet onlar için umut olmadığını biliyordu. Çünkü geçmişi öğrenen karısı onu terk ederken arkasına bile bakmayacaktı. Zaman doluyordu, biliyordu.



Hafta sonu geldiğinde Nilda ve Hazal birlikte her zamanki gibi resim çiziyorlardı. Onları izleyen Müzeyyen, "Hazal burada hiç olmadığı kadar mutlu görünüyor. Size gelmek için nasıl can atıyor bir bilsen!" dedi. Nedenini bilmese de genç kız da bunun farkındaydı. Çocuğun çizdiği resimlerde kullandığı renkler bile eskiye oranla daha canlıydı. Siyah, kahverengi ve kırmızı renklerini neredeyse hiç kullanmıyordu. Artık çizdiği her resimde yeşilin, mavinin tonları vardı. Nilda, Müzeyyen'i gözleriyle onaylarken annesi Hazal'ı uyardı. "Bence yengeyi bu kadar yorduğumuz yeter, tatlım. Dayın karısıyla bebeğini çok meşgul ettiğimiz için bize kızabilir."

Nilda, bu durumdan çok memnun olduğunu söylerken bulundukları odaya Mehmet girdi. "Bence ablam haklı. Biraz ayaklarını uzatarak kendini dinlendirmelisin."

Hazal boyama kalemlerini toplamaya başladığında Müzeyyen, Nilda ve kızına süt getirmek için mutfağa gitti. Daha sabah çiftlikten getirttiği sütü, kendi elleriyle ısıtıp tekrar oturma odasına döndü. Mehmet, "Cahide Hanım ne yapıyor?" diye sordu. Aslında daha çok neler karıştırıyor anlamında sormuştu sorusunu. Fakat onun sorusuyla küçük kızın eline aldığı süt dolu bardak yere düştü. Çocuğun dikkatsizliği yüzünden Müzeyyen sinirlense de kardeşinin sorduğu soruya cevap verdi. "Ne yapsın, bildiğin Cahide Hanım işte. Her nedense bu aralar fazlaca memleket sevdalısı oldu, çıktı. Sürekli gidip geliyor," dedi ve yere dökülen sütü temizlemek için Nilda'dan önce ayağa kalktı. "Sen sütünü iç, tatlım. Ben hallederim."

Ablasının kendisini terslemesi yerine, onun da hanım diyerek bahsetmesi, kullandığı imalı sözler, hiç de Müzeyyen'lik bir durum değildi. Ama nedenini sorarak, karısının tadını daha fazla kaçırmak istemediğinden konuyu uzatmadı. Sanki evde yere dökülen sütü temizleyebilecek birisi yokmuş gibi iki kadının da odadan dışarı çıkması özellikle tuhaftı. Nilda'nın sebebi vardı ama babaannelerinden bahsedince Müzeyyen'in neden keyfi kaçmıştı?

Akşamüzeri çalışma odasına kapanan Mehmet, günlerden sonra nihayet kararını vermişti. Artık karısından hiçbir şey saklamak istemiyordu. Haftalardır süren bekleyişi sonlandırmaya karar verdi. Ya her şey bitecekti ya da sonsuza dek devam edecekti. Kafasını toparlamak için kendine verdiği kısa zamanda bir kadeh içki doldurdu. Fazlasıyla cesarete ihtiyacı vardı.

Nilda'nın odasına gidip önce kapıyı çaldı. Ama ses gelmedi. Meraklanarak içeriye girdiğinde yatakta yattığını gördü. Lakin gözleri kapalı olsa da karısının uyanık olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Çünkü uyurken, bilinçsizce işaret parmağını saçlarından bir tutama dolayarak uyurdu. O an boynuna taktığı kolyeye kaydı gözleri. Kolyenin kendisi için cesareti simgelediğini söylediği anı anımsadı. Şimdi o bahsettiği cesarete her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı. Nereden başlayacağını bilemeyen Mehmet, sırtını kapattığı kapıya yaslayarak uyuyor numarası yapan karısına içini dökmeye başladı. "Sana anlatmam gerekenler var. Her şeyi öğrendiğinde beni terk edeceğini bilsem de bunu senden daha fazla saklayamam. Aramızda gizli saklı bir şey kalsın istemiyorum," diye başlayıp kısa süreli sessiz kaldıktan sonra anlatmaya devam etti. "Ben annemin ölümünden dolayı Behiye'yi suçlayıp, onun günahını sana ödetmeye çalışırken aslında gerçekler hiç de bana anlatıldığı gibi değilmiş. Çünkü senin babanı öldürten benim babammış. Annenin babamla uzaktan yakından hiç ilgisi yokmuş."

Son söylediği cümleden sonra normalde Nilda'nın gözünü açması gerekirken odada sanki sonsuza kadar sürecek bir sessizlik hâkimdi. Onun tepkisiz hâline panikleyip, hemen sırtını kapıdan çekerek karısına yaklaştı. Yüzü o kadar soluktu ki bunu daha önce nasıl fark edemezdi. "Nilda!" diye seslendi. Fakat Nilda'dan ses gelmedi. O an başka bir şey daha fark ettiğinde gözleri dehşetle büyüdü. Yatağının kenarından sızan, kan olamazdı herhâlde! Korkuyla yatak örtüsünü açtığında kan her yerdeydi. Defalarca onu sarsarak, "Nilda!" diye bağırdı. "Güzelim, ne olur aç gözlerini!"

Fakat ne ismini söylemesi ne de onu sarsması Nilda üzerinde küçücük bir etki yarattı. Korkuyla kendiliğinden akan gözyaşlarını engelleyemiyordu. Onu hastaneye götürmek için kucağına almadan önce nabzına baktı. Sanki atmıyor gibiydi.

Kara Yazım (Tüm bölümleriyle tekrar yayında)Där berättelser lever. Upptäck nu