Bölüm 29: Silva

365 35 173
                                    

 Silva: Orman(Latince)

Playlist: Centuries- Fall Out Boy

Aslında geçen hafta atmam gerekiyordu ama bir kaç aksaklık oldu o yüzden bugüne kaldı biraz dramatik biraz kaos ortaya karışık bir şeyler oldu ama seversiniz umarımm.

Sunny keyifli okumalar dilerr
( ˘ ³˘)♥

   Yaşam gezinen bir gölgeden ibaret zavallı bir komedyen, bağıra çağıra saatini doldurur sahnede ve bir daha duyulmaz olur sesi; bir ahmağın anlattığı masaldır bu, avazı çıktığınca, hiddetli ve hiçbir anlamı olmayan.
"William Shakespeare"

   Titrekçe aldığım nefeslerim zorlarken göğüs kafesimi, parmaklarım göğsümün üzerindeki kumaş parçasını sıkmıştı yavaşça. Gerginliğim bütün bedenimi ele geçirirken topladığım sarı saçlarım rüzgarla beraber dağılmış ve asi birkaç saç telimin kirpiklerime takılmasına sebebiyet vermişti. Buz kesen parmaklarımla çektim yüzümden onları.

   Adımlarımı bastığım bu toprak parçası canımdan can almıştı. Sevdiğim insanların kanını taşımıştı arsızca. Adımlarımı daha sert bastım toprağa. Daha fazlasını istemiyordum. Daha fazla canımın yanmasına müsaade etmeyecektim. Daha fazla benden can almana izin vermeyecektim.

   Arkamda kalan ağaçlık alandan gelen seslerle birlikte kahverengi harelerim yavaşça arkamdaki bedeni süzmüştü.

''Gerçekten beni hiç şaşırtmıyorsun...'' Cevap gelmediğinde solumuştum sessizce.

''Neden peki? Tüm bunlar... Neden?'' Kelimelerim içimdeki acıyı dökememişti dudaklarımın arasından. Oysaki manasız iki kelimeden ibaretti ama kalp dökemiyordu içerisindeki acıyı.

   Üzerinden asla çıkarmadığı siyah armalarla süslenmiş ceketini silkelemişti karşıma geçmeden önce. '' Lucy, Ölümün insanları kendi ayağına çağırdığını duymuş muydun hiç?''

   Kurumuş dudaklarımı ıslattım kalın ses tonu kulaklarıma dolarken. Cevapsız kalmamla sağ elindeki siyah deri eldiveni çıkarmıştı yavaşça. Sol elinde tuttuğu eldiveni ceketinin cebine sıkıştırırken soluk mavi gözleri gözlerime değmiş ve yutkunmama sebebiyet vermişti.

''Tatlı şarabının kokusunu alıyor musun? Çok hoştur aslında. Nahoş bir sıcaklık sarar ilk önce bedeninin etrafını sonra o tadı alırsın... Karşı koyamazsın. Susuzluktan çatlamış dudakların açlıkla kabul eder ölümün şarabını. ''

Dişlerimi birbirine bastırdım. Neden? Neden Anlatıyorsun bunları bana?

''Yanlış anlaşılmasın.'' Kınındaki kılıcı çıkarmış ve kemikli parmaklarını üzerinde gezdirmişti parlak metalin.

''Ölümü tadacak kadar yaklaşmadım. O şarabın tadını da bilmiyorum. Jude biliyordu. Çaresizce yerde yatıp benden yardım beklerken. İnsanoğlu ne kadar gurursuz öyle değil mi? Sırtından bıçaklayanın ben olduğumu bildiği halde yine benden yardım dilemişti. Kanlar içindeyken dudaklarından asla silmediği o aptal tebessümü ile birlikte. Tam orada..'' Kılıç ayaklarımın ucunu gösterdiğinde ürkek birkaç adımda geriye attım bedenimi.

   Duyduklarım bedenimi bir yılan misali sarmış nefes almamı engellemek istercesine bastırmıştı göğsümün üzerine.

   Gözlerim buğulanırken uzun tırnaklarımı avuç içlerime batırmıştım sinirle. O aptal bir tebessüm değildi. Merhametinin simgesiydi, bana olan sevgisinin, anneme duyduğu aşkın, halkına gösterdiği tevazünün...

MEI STELLA-NaluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin