8

3.8K 333 131
                                    

Yaşanan ve ani gelişen hadiseden sonra Sirius Black de Mehir Gökkaya da birbirinden kaçıyordu adeta. İkisi de çekimi hissetmişti, bu da onları korkutmuştu farklı yönlerden. Mehir üzerindeki laneti başka birine bulaştırmaktan korkmuştu, Sirius ise talihsiz yaşamına Mehir'i dahil etmek istememişti.

Mehir yaşanan çekimin tensel bir şey olduğundan neredeyse emindi ve bundan utanıyordu. Böyle bir şey yapmamalıydı, bir genç kıza yakışmıyordu ortalık yerde adam akıllı tanımadığı bir erkekle öpüşmek.

"Kutsal prenses?" Tanıdık sesi ve o iğrenç hitabı duyunca göz devirip ona döndü. Gökay ona doğru geliyordu kıvırcık saçlarını düzelterek. "Ne haber?"

"Tanrım, seni görmeden önce daha iyiydim." Mehir kollarını göğsünde kavuşturarak deniz manzarasına bakmaya devam etti. 

"Çok ayıp ediyorsun prenses."

"Bana prenses demeyi kes Gökay!" Gözleri çakmak çakmak parlamıştı, bir an yeşile dönecek gibi olduğunda Mehir kendini dizginledi. "Rica ederim beni yalnız bırak."

"İşte bu imkansız." Gökay sırtını denize döndü. "Konuşmamız gereken bir nişan var." Mehir dudak büzdü. "Evleniyor musun?"

"Evet hayatım, seninle." Mehir başını geriye atıp kahkahalarla güldü. "Güzel şakaydı Gökay. Evlenip lanetimi aktaracağımı düşünmen ne hoş."

"Lanetin evliliğinle son bulacağını biliyorsun."

"Eh, seninle evlenmek de lanet gibi bir şey olacak." Mehir iç çekip arkasını döndü. "Ortamın havasını kaçırdın." İlerlerken kolunu tutan elle durdu. Gökay'ın ela gibi olan kahverengi gözleri öfkeyle yanıyordu. "Bir İşve'ye göre dilin fazla uzun Mehir."

"İşvelerin görevi bu canım." dedi bal gibi tatlı ama zehirli bir sesle. "Gerçekleri oldukça açık anlatmak."

Gökay kızı kendine hışımla çekti. "Mehir! İkimiz de kehanetin oldukça açık olduğunu biliyoruz. Ne yapmak zorunda olduğunun farkına var."

"Bırak beni." diye tısladı kız. Canı acıyordu Gökay'ın tutuşu yüzünden. Gökay onu daha sert tuttu. "Sen kabullenene kadar bırakmayacağım. Karım olacağını aklına sok."

"Gökay!" Asasına elini atıp çıkarmak üzereyken "Hey! Kız sana bırak dedi." diye bir ses yükseldi. 

Adrian Parkinson. Mehir onu gördüğüne sevinmişti ancak bir yanı da korkmuştu, Slytherinlerin fazla lanet düşkünü olduğunu biliyordu, Gökay'ın da lanetlenmesini istemezdi. Bu okul kaynaşması için pek mükemmel bir yöntem olmazdı.

"Nişanlımla ne yapacağımı sana soracak değilim Parkinson." 

"Ben senin nişanlın değilim!" diye çığırdı güzel cadı, sesi incelmişti. Adrian yanına yaklaşıp Gökay'ı bileğinden tuttu. "Bir daha Mehir'e dokunma."

"Sen gittikten sonra ne olacak? Mehir, seni kim kollayacak ha?" Mehir dişlerini sıktı. "Benim kollanmaya ihtiyacım yok." 

Gökay onu bırakıp hışımla ortamı terk ettiğinde Mehir bileğini ovdu. "Sağ ol." dedi Adrian'a. "Ama gerçekten kollanmaya ihtiyacım yoktu." 

"Bana pek öyle gelmedi." 

Mehir savunmasız değildi. Öyle görülmekten de nefret ederdi. Küçük bir çocuk değildi ki savunulmaya ihtiyacı olsun. Tersçe Adrian Parkinson'a baktı. Kızları zayıf gören erkek parçalarından mıydı yoksa o da? "Hey, öyle bakma!" dedi oğlan. "Onu incitmeye meraklı değildin pek, ben senin adına teşebbüs ettim yalnızca."

Mehir başını iki yana salladı. "Görüşürüz Adrian." İçeri girip yoluna devam ederken karşıdan gelen Çapulcuları görüp durakladı Mehir. Ortalarındaki Sirius'u görmek dudaklarını karıncalandırmıştı.

𝐅𝐄𝐍𝐈𝐊𝐒「sɪʀɪᴜs ʙʟᴀᴄᴋ」Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin