O T U Z B E Ş

6K 426 63
                                    

[Multi: Alvina]

🎶Wincent Weiss ~ An Wunder🎶

Serkan arabayı çalıştırarak yola koyulduğunda taktığım emniyet kemerini çekiştirdikten sonra ellerimi kucağıma koyarak yolu izlemeye başladım. Aslında konuşmak istiyordum ama biraz çekiniyordum doğrusu. Neyse ki çok geçmeden benim yerime arabadaki sessizliği doldurmuştu.

"Annen gerçekten çok tatlıymış."

"Normalde de çok sıcakkanlı biridir zaten ancak sen onu ayrıyeten iltifatlara boğduğun için seni bir ayrı sevdi, bu yüzden de daha sıcak davrandı."

"Amacım gözüne girmeye çalışmak değildi, yanlış anlama lütfen... Gördüklerimi söyledim ben yalnızca."

"Hımm, tabii tabii," diye mırıldandım alayla. Sonra da sesimi kalınlaştırarak onu taklit ettim. "Alvina'nın ablası gibi görünüyorsunuz."

Taklitim onu güldürdü. "E, ama çok genç duruyor. Ben ne yapabilirim?"

"Annem yakında elli iki olacak aslında ama ailesinin genlerinden gelen bir şey, yaşlarını pek göstermezler. Yani genç durduğu doğru ama ablam olacak kadar da değil, Serkan. "

"Tamam, tamam," diyerek pes etti sonunda. "İltifatlarımı biraz abartmış olabilirim."

Güldüm. "Biraz mı?"

"Tamam, tamam," dedi bir kez daha. Bu sefer o da gülüyordu. Hatta baya neşeli duruyordu yüzü. "Kaleyi içten fethetmeye çalışmış olabilirim..."

İç çekerek arkama yaslandım. "Ve sanırım başarılı da oldun. Zaten seni kafesine götürmem konusunda baskı yapıp duruyordu, şimdi hayatta durmaz."

"Baskı yapmasına gerek yok ki. Gideceğime söz verdim zaten, yani seninle birlikte elbette."

Bakışlarımı kısa süreliğine ona çevirip tekrar yola odaklandım.

"Annen nereye gittiğini biliyor mu?"

"Evet, ona söyledim ama merak etme, babamın haberi yok."

Sorumu sorarken bunu öğrenmeyi amaçlamamıştım ama duyduklarımdan memnun olmadığımı da söyleyemezdim.

"Şimdilik böylesi daha iyi," diye mırıldandım. Daha her şeyin başındaydık, neyin ne olacağı belli değildi. Aramızdakiler -artık ne varsa- kesinleştiği ya da ne bileyim, bir şeyler belli olduğu zaman söylemenin daha doğru olacağını düşünüyordum.

Serkan, söylediklerim hakkında yorumda bulunmamayı tercih ederek "Annen sana Louisa mı diyor hep?" diye sordu.

"Evet," diyerek başımı salladım. "Onun tarafının bana daha rahat hitap edebilmesi için böyle olmasını istedi. Zaten yarı Alman olduğum için buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Tabii yedi yaşına kadar orada yaşadığım için bana seslenmek isteyen Almanlara da yardımcı oldu adım."

"Uzun zamandır buradasınız, herkesle Türkçe konuştuğun için Almancayı unuttuğun olmuyor mu?"

"Hayır, çünkü annem bunun olmasını engellemek için evde hep Almanca konuşturuyor bizi. Arada babam da katılıyor hatta bize. Zaten anneannemlerle, dayımlarla falan da çok sık telefonda konuşuyoruz. Bunların yanında yazları çoğunlukla Almanya'dayız. Yani unutmak gibi bir şey söz konusu bile değil."

"Anladım," diye mırıldanırken yüzünün düştüğünü görünce merakla sordum.

"Ne oldu?"

Aslında cevap verip vermeyeceğinden emin olamayarak sormuştum bunu, beni geçiştireceğini sanmıştım ama dürüst olmayı tercih etmişti.

"Yazları Almanya'da olmanız canımı sıktı biraz. Yaza ne kadar kaldı ki şunun şurasında?"

Ah, gitmemden korkuyordu...

"Merak etme," diye mırıldandım, bir anda içini rahatlatmak isterken bulmuştum kendimi. "Bu sene milli takım kampı olacağı için fazla kalamayacağız."

Bana kısa bir bakış attı. Morali yerine gelmiş gibiydi. "Buna sevinmiş olmam beni vicdansız yapar mı?"

Kıkırdadım. "Sanırım hayır, ama bunu annemin yanında söylemezsen senin adına iyi olur."

Ağzına görünmez bir fermuar çeker gibi yaptığında gülmeye devam ederek başımı salladım iki yana.

"Nereye gidiyoruz bu arada?"

"Kordon'a. Orada genelde anne ve babamla gittiğimiz çok güzel bir restoran var. Hem çok kaçırırsak falan yürüyüş yapma şansımız da olur."

"Peki," diyerek onu onayladığımda, "Daha on beş dakikalık yolumuz var, şarkı açmamı ister misin?" diye sordu.

"Olur," diyerek başımı salladığımda radyoyu açtı ancak rastgele kanal değiştirmek yerine cebinden çıkardığı telefonunu karıştırmaya başladı. Radyo ekranından gördüğüm kadarıyla telefonunu radyoya bağlıyordu.

"Dinleyip dinlemediğini bilmiyorum gerçi ama senin için biraz Almanca şarkı araştırdım," dedikten sonra telefonundan bir şey açtı. "Eski bir şarkı ama sözleri hoşuma gitti."

Düşünceli tavrı beni oldukça şaşırtırken "Çok değil ama arada dinlerim," diye mırıldandım ve açtığı şarkının sözlerine odaklandım. Bildiğim bir parça değildi ancak mucizelere inanmaktan bahsediyordu. Hafifçe gülümsedim, sözlerini neden sevdiğini anlamıştım sanırım.

🏐🏐🏐

Garsonun işaret ettiği masaya doğru ilerlerken bakışlarım etrafta geziniyordu. Serkan'ın da dediği gibi oldukça ferah ve güzel bir restorana gelmiştik.

Garsonun önüne geçerek benim için sandalyeyi çeken Serkan'a mahcup bir bakış atarak teşekkür ettim ve sandalyeye yerleştim. Şalımı ve çantamı yandaki boş sandalyeye koyduğum sıra Serkan da hemen karşıma geçerek garsondan menü istedi.

Garsonun getirdiği menüde bakışlarımı gezdirdiğim sıra "Balık sever misin?" diye sordu Serkan. "Buranın balıkları çok güzel oluyor."

"Severim," diyerek başımı salladım. "Önerdiğin bir şey var mı?"

Serkan, dudağının kenarını hafifçe kıvırıp "Bana bırak," dedi ve elindeki menüyü kapayarak garsona dönüp ezbere sipariş verdi.

Garson kafasını sallayarak yanımızdan ayrıldığında Serkan bana doğru döndü ve hafifçe gülümsedi.

"Annenin yanındayken söyleyemedim ama çok hoş görünüyorsun, Alvina. Yani her zaman çok güzelsin, yanlış anlama lütfen ancak bugün bir ayrı güzelsin." Kısa bir an duraksadı ve tedirgince devam etti. "Yanlış anlamıyorsun, değil mi?"

Kendini açıklamaya çalışması beni güldürürken elimi havaya kaldırdım ve "Tamam, anladım ben, merak etme. Sıkıntı yok yani," diye mırıldandım.

Rahatlayarak omuzlarını düşürdü ve hemen sonra aklına bir şey gelmiş gibi gülmeye başladı.

"Yalnız... İstesem tutturamazdım kıyafet renklerini. Resmen aynı giyinmişiz," dedikten sonra bana göz kırptı. Bunu son zamanlarda çok sık yapıyor ve bilmese de kalbimi hoplatıyordu. "Bunun verdiği mesajı anlıyorsun, değil mi?"

"Mesaj mı?" diye sordum, anlamadığımı belli eden bir ses tonuyla.

Havaya kaldırdığı ellerini oyunbaz bir tavırla ellerini geriye doğru yatırdı. "Bir araya gelmemizi isteyen tek kişi ben değilim işte. Eh, ne diyelim? Kaderin cilvesi..."

Bilirkişi edasıyla söyledikleri beni hem güldürmüş hem de kafamı karıştırmıştı. Bunu gerçekten inanarak mı söylüyordu, yoksa dalga mı geçiyordu?

Siparişlerimizi getiren garson konuşmamıza ara vermemize neden oldu ve masayı yemeklerle doldurarak "Afiyet olsun," deyip yanımızdan ayrıldı. Masadaki çeşit çeşit deniz ürünlerine bakarak şaşkınca "Kim yiyecek bu kadar şeyi?" diye sorduğumda Serkan ceketini çıkararak yanındaki boş sandalyenin sırtına astı ve hemen sonra bana dönüp kocaman sırıttı.

"Tabii ki biz!"

KISA PAS ~ TamamlandıWhere stories live. Discover now