3

142 18 17
                                    

   Sonsuzluk, çoğu insanın hayalini kurduğu bir fantezidir. Çok eski çağlardan beri bunun hikayelerini dinlemişizdir. Ölümsüzlük suyu olan âb-ı hayâtı bulmak için İskender'in tüm dünyayı gezdiği söylenir. Hatta ölümsüzlük yolunda öldüğü düşünülür. Ya da mucizevi bir yılan kadının gövdesinden yenilen bir parçanın size ölümsüzlüğü vereceği vaat edilmiştir. Daha basite indirgeyecek olursak, gökkuşağının altından geçen birinin ölümsüzlüğü bulacağı söylenir. 

   Ölümlü hayatımda biri çıkıp da bana, ölümsüzlüğü iki damla zehrin içinde bulacağımı söyleseydi, sanıyorum ki ona deli gibi güler ve asla ciddiye almazdım. Ama başıma gelen bu olmamış mıydı? Vücuduma giren acı zehir, atan kalbimi durdurmuş olsa da beraberinde bana sonsuz bir hayat sunmuştu. Sonsuzluk, oldukça uzun bir kavramdı. Özellikle de uğruna yaşayacak bir şeyiniz yoksa, mahkumiyetten başka bir şey olamazdı. 

   Phoenix'in aksine ben bunu istememiştim. Çoğu zaman o kayaların içinde ölü kalmak ve o zehri tatmamış olmak tek dileğim olmuştu. Fakat dönüştüğüm şeyin geri dönüşü yoktu. Ölümsüz bedenim, sonsuz bir açlığa isteğim dışı mahkûm edilmişti. 

   Mutlu değildim. Mutlu olmayı, katlettiğim bir köy dolusu insanın kanları tükenmiş bedenleri arasında dehşete düşmüş halde otururken bırakmıştım. Çoğu zaman buz kesmiş avuçlarıma baktığım zaman onları kanla kaplı halde görürdüm. Dudağımın kenarından akan masum insanların kanları ile kaplı halde. Sonunun ölüme çıktığını bile bile o günden sonra hiçbir masum insana dokunmamıştım. Phoenix bunun saçma bir düşünce olduğunu, onların sadece kan torbalarından ibaret olduğunu savunurdu. Fakat kulağımda çınlayan o insanların çığlıklarını o değil, ben duyuyordum. 

   Dönüştüğüm şeyden ziyade bana azabın en büyüğünü çektiren şey buydu. Her birini tek tek tanıyordum. Aradan koca bir yüzyıl geçmiş olsa bile her birinin ismini tek tek sayabilirdim. Başkalarının skor olarak değerlendirdiği vahşet, benim bedenimi kaplayan vicdan azabından ibaretti. Ve geçen senelerin ardından onlar adına hissettiğim pişmanlık bir nebze de olsa azalmamıştı. 

   Gözlerimin bileğimden akan suyun temizlediği kanı izlerken, tenimin üzerinde gördüğüm kendi kanım değil, öldürdüğüm o masum insanların kanıydı. Transa girmişim gibi hissederek diğer elimi kaldırıp beyaz tenimin üzerindeki kurumuş kanı silmeye çalıştım. Suyun tenimi yalayıp geçişi beraberinde bambaşka bir his getirmişti. Köyün meydanında öylece yerde otururken, bedenimde hissettiğim tek şey kıyafetlerimi kaplamış olan kanın ağırlığı ve ıslaklığı. Senelerin getirip de beynimin içinden atmama izin vermediği hislerden bir başkası da buydu. O an, o kanın ağırlığında boğulup ölmek istemiştim. Hala o insanların masumiyetleri altında eziliyor, ölmek istiyordum. 

   Gözlerim usulca kapanırken, gözlerimin önünden gitmeyen o anıyı bir kez daha izlemek zorunda kalmıştım. Annem. Bana gülümseyen gözlerle bakan annem. Gözlerimdeki canavarı gördüğü an yüzündeki gülümsenin nasıl da solduğunu hatırlıyordum. Pençeyi andıran ellerim boğazına sarıldığında gözlerinin irileşmesini. Aşağıya nefesinin inmesini engelleyen elime tutunurken, dudaklarından adımın çıkması için çırpınışı. 

   Eğer ortalıkta bir ilahi güç varsa, bir Tanrı varsa, işte ona o gün annemin kanı boğazımdan aşağı inerken inanmayı bırakmıştım. Cansız bedeni elimin arasından kayıp yere düştüğünde, inandığım diğer tüm şeyler gözümde solmuş, o cansız bedenle birlikte toprağa karışmıştı. 

   Bedenimde hissettiğim gerginlik kısa bir ürpermeye de neden olurken, kafamın içindeki düşünceleri zapt etmek çok zordu. Gözlerim önümü görmekten oldukça uzaktı. O an kazağımın kolundaki ıslaklığı hissettiğimde gözümün önünde bir flaş çaktı. Dişlerimi çektiğim boyundan fışkıran kan, üzerimdeki ince elbiseyi kırmıza boyarken o elbiseden o rengi bir daha asla silememiştim. Ne kadar yıkarsam yıkayayım geçmemiş, bana o günü hatırlatmaya devam etmişti. Titreyen ellerimi suyun altından çekerken, kazağımın ucunu buldu ve bir çırpıda onu çıkardım. Kol kısmındaki kan benimdi ama gözüm onu öyle görmüyordu. Kırmızı kazak bir anda krem rengi bir elbiseye dönüştü. Kan lekesi oradaydı. Tazeydi. Sıcaktı.   

MARBLE / c.hWhere stories live. Discover now