9

143 19 56
                                    

Phoebe.

   Phoenix'in fısıltısı beynimin içinde çınladığında gözlerim üzerine diktiğim duvardaki çatlaktan kapıya kaymış, kaşlarım çatılmıştı. Birkaç saat önce yanımdan ayrılmıştı ve nerede olduğunu bilmiyordum ama bağ üzerinden beni çağırdığını duyduğumda, uzandığım yerden hızlıca kalkıp bağı takip ederek büyük mahzenin içinde kardeşimi aradım. Onu ortak alandaki kalabalığın içinde bulduğumda sadece birkaç saniye geçmişti. Hızımı yavaşlatıp onlara doğru adımladığım sırada Russell ile birlikte çevremizdeki Vampirlerin de gözleri bana dönmüştü. Yalnızlığı tercih ettiğim için genelde kalabalıkta bulunmazdım. Ama buradaki Vampirlerin çoğu tarafından sevildiğimi de söyleyebilirdim. Bu yüzden insan hızında yürüdüğüm sırada kalabalığın içinden Jack olduğunu tahmin ettiğim kişi bana doğru bağırınca asıl meseleyi direk anlamıştım.

"İkizlere görev çıktı!" Sorgu dolu bakışlarım Phoenix'in yanına gelip durduğum sırada Russell'a dönmüştü. Phoenix'in elinde krem rengi bir dosya vardı ve gözleri üzerinde geziniyordu.

"Gece sizi bir yere göndereceğim. İndirmeniz gereken biri var." Russell'ın sözlerine karşılık bakışlarım dosyaya indiğinde, dosyada orta yaşta görünen bir adamın fotoğrafının bulunduğunu gördüm. Aynı zamanda bakışlarım geri Russell'a döndüğünde benim için önemli olan konu dudaklarımdan dökülmüştü.

"Görevim var." Ted ve çocuklardan bahsettiğimi anladığında Russell rahat bir tavırla omuz silkerek bana cevap verdi.

"Gündüzü orada geçirmiş olman tamamen ekstraydı. Bir gece gitmemeni buna sayabilir. Arayıp durumu açıklarsın." Başımı sallayıp Phoenix'e baktım. Gözlerinde çoktan heyecan belirmişti. Bu tarz görevleri, yapacağı infazları severdi. Ama asıl sevdiği şeyin, sonunda insan kanı içebilecek olduğu düşüncesi olduğunu da biliyordum. Eh, sonunda benim de boğazımdaki yangın doyuma ulaşacaktı. Bu benim birkaç gün susuz olmayacağım anlamına geliyordu.

"Gideceğiniz mekân ve orada bulunmanız gereken saat dosyada mevcut. Hazırlanmanız için birkaç saatiniz var." Phoenix başını dosyadan kaldırıp ona baktı.

"Cesedi buraya getirecek miyiz?" Russell usulca başını iki yana salladı.

"Bu işi veren adam sizinle dosyadaki adreste buluşacak. Bu yüzden araba almanız gerekiyor." Phoenix'in gözleri bana doğru indiğinde ona kısa bir bakış atıp başımı salladım. Ardından geri Russell'a dönmüştü.

"Hallolmuş bil." Russell'ı orada bırakıp geri dönmeden önce arkamdan seslendiğini duymuştum.

"Güçlerinizi kullanmaktan çekinmeyin. Kalabalığa gireceksiniz." Bunun anlamını biliyordum. Benim dikkat çekmem gerekiyordu ve Phoenix'in de son ana kadar ortamda benim çektiğim dikkat sayesinde görünmez olması lazımdı.

   Ortak alanın çıkışına doğru ilerlediğimiz zaman belli belirsiz başımı salladım. Odalarımızın bulunduğu batı cephesine doğru ilerlerken Phoenix dosyayı bana uzatmıştı.

"Uzun zaman olmuştu." Dosyayı alıp önüme bakarken ona doğru homurdandım.

"Buna ihtiyacın vardı. Biliyorum." Kendi susuzluğumuz yetmezmiş gibi bir de birbirimizin susuzluğunu da seziyorduk. Bu yüzden açlığımız her zaman iki kişilik oluyordu.

"İhtiyacımız." Odasının bulunduğu kanatta durduğunda hızlıca devam etti.

"Sen de insanlarının yanında daha kolay durabileceksin. Bu yüzden istemesen de bu iş sana iyi gelecek." Omuz silkip odamın kapısını açtım ve kendimi içeri attım.

   Onların benim insanlarım olduğunu savunmazdım. Ama onlara ait içimde doğan sempatinin de önüne geçemiyordum. Yine de Phoenix'in sözlerindeki doğruluk payı çok yüksekti. Özellikle de sabaha karşı yaşadığım kriz anında Calum'a saldırmaktan kendimi son saniye kurtarmışken. Eğer bu bir daha yaşanırsa kendimi durduramazdım. Ve bu gece insan kanı içecek olmam beni bir müddet onların yanında rahatlatacaktı. İstek asla bitmezdi. Ama tam tatmine sadece insan kanı içtiğimiz zaman ulaşabiliyorduk. Dikkat çekmemek adına insan avlamamız yasaktı ama karşımıza nadir de olsa çıkan bu görevlerle bunu yaşayabiliyorduk. Arzuladığımız kan, öldürmekle görevlendirildiğimiz insan sayesinde boğazımızdan iniyordu.

MARBLE / c.hजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें