40

31 9 17
                                    

   Sert zeminde ne kadar süre yapayalnız uzandığımı bilmiyordum. Cenin pozisyonundaydım. Bedenimdeki acı bir süre sonra solup beni devasa bir hissizliğin içine bırakmıştı. Vücudumdaki hiçbir köşeyi, zihnimdeki hiçbir odayı, hiçbir hücremi hissedemiyordum. Fakat yine de anlam veremediğim yaşlar durmaksızın gözlerimden akmaya devam etmişti. Bildiğim tek şey vardı. Buz kesen göğsümün üzerinde o kadar büyük bir ağırlık vardı ki; yutkunmak, nefes almak, en ufak bir hareketi bile etmek imkânsızdı.

   Uyuşuk bedenimin kontrolünü hissedebildiğim ilk saniye yanan gözlerimi aralayıp zifiri karanlığa bürünmüş odada gözlerimi gezdirdim. Kulaklarımdaki uğultu azalmaya başlıyordu. O sırada yağmurun sesini duydum. Aldığım kesik nefes yağmur kokusunun beraberinde odaya karışan kan kokusunu da burnuma getirmişti ve midem bulandığında bedenimin kasılmasına engel olamadım. Bu kanın nasıl ortaya çıktığını bilmek başımın dönmesine, midemin çalkalanmasına neden olmuştu. Dudaklarımdan kaçan hıçkırıkla birlikte başımı biraz daha yana çevirip öğürdüm. Midemden dışarı çıkacak hiçbir şey yoktu ama içimdeki acının sadece ufak bir kısmını kusabilmeyi deli gibi istemiştim.

   İçimdeki bu kocaman karanlığın dışımdaki geceye benzer hiçbir yanı yoktu. Kasvet her yerdeydi, acı bedenimi sımsıkı tutmuş bırakmıyordu. Nefes alsam da yetmiyor gibiydi. İnsan değildim, nefese ihtiyaç duymuyordum. Fakat burnumdan girip boğazımdan aşağıya inen nefes beni daha çok boğuyor gibiydi. Sadece yanmaya devam eden ateşi hissedebiliyordum. Titreyen elimi zemine bastırarak doğrulmaya çalıştım. Çok değil, sadece birkaç metre ötemde duran kardeşime ulaşmam gerekiyordu. Onu tutmam gerekiyordu.

   O sırada beynimde Calum'ın sadece birkaç saat önce kurduğu cümle yankılandığında donup kaldım.

"Benim için yaşa."

   Dudaklarımdan kaçan kahkaha, yanaklarımı ıslatan yaşlara oldukça zıttı. Gülmeyi kesemeden doğrulduğumda, ellerimi karışmış saçlarımın arasından geçirip çekiştirdim. Çıldırdığımı hissedebiliyordum. Çünkü biliyordum. Onlar için yaşamıştım ama şimdi yapayalnız kalan da bendim. Farkındalık dört bir yanımdan vurduğunda öne doğru eğildim ve başımı zemine yasladım. Saçlarımı serbest bırakıp göğsümü kaplayan tişörtü kavradığım sırada boğazımdan büyük bir haykırış kopmuş bütün dengemi sarsmıştı.

   Kesik nefesler alarak dizlerimin üzerinde süründüm ve hemen ilerimde duran iri bedene doğru ilerledim. Elim önce bacağına, sonra da gövdesine tutunduğunda ağlayışım daha da şiddetlenmişti. Gözlerim yaşlardan dolayı önünü net göremezken, üzerinden uzanıp çevreye rastgele atılmış kollarını olmaları gereken yerlere çekmiştim. Cansız bedeni öylece önümdeyken, kendimi son kez zorlayarak uzandım ve iki tarafından hafifçe tuttuğum başını omuzlarının üzerine doğru yavaşça getirdim. Sonuna kadar açık olan gözleri bomboştu. Teni olması gerekenden de ölüydü ve ona bakmaya bile katlanamadan yapabildiğim tek şey başımı iri göğsüne gömüp ağlamaya devam etmek olmuştu.

   Zaman kavramımı yitirmiş gibiydim. Oldukça uzun gelen bir süre kesintisiz ağlamaya devam etmiş, en sonunda da gözyaşlarım tükenip de yerini küçük iç çekişlere bıraktıktan sonra sessizlikle göğsünde uzanmaya devam etmiştim. Yapacağım tek şey burada öylece durup ölene kadar beklemek olacaktı. Onlar beni bırakıp gitmişken, onları takip etmem gerekiyordu.

   Sessizliğin içinde nefes dahi almadan öylece durduğum sırada bir şey oldu. Kulaklarımdaki uğultunun tamamen kesilmesinden midir bilemediğim bir şekilde bir ses duydum. Oldukça küçük olan ses dikkatimi çekmişken, odaklanmadan edemedim. Ses düzenliydi. Boğuktu ama belirli bir ritimle geliyordu. Sanki, sanki kalp atışı gibiydi. Sönmek üzere olan bir kalp gibi.

MARBLE / c.hOù les histoires vivent. Découvrez maintenant