26

123 17 69
                                    


   Sonsuzluk gibi bir kavrama sahip olduğunuzda, zaman sizin için farklı anlamlar ifade ederdi. O sonsuzluğu birkaç saniyenin içinde de bulabilirdiniz, birkaç senenin içinde de. Ben ise tam şu anda kendi sonsuzluğumun içinde bölünmüş olan anlardan bir tanesinin tam merkezindeydim. Sadece bir saatten bahsediyorduk. Fakat o bir saat, yaşadığım uzun hayatın içindeki belki de en uzun bir saatti. Çocuklar üst kattaki benim sebep olduğum tahribat yüzünden alt kata taşınmış, oradaki şöminenin başında ısınmaya çalışıyorlardı. Hepsi değil, sadece üçü oradaydı. Ashton yaşanan durumları reddetmeyi seçmiş -ki ben onu sonsuz haklı görüyordum- kendisini odasına kapatmıştı.

   Verandada durmuş sanki seneler önce yaşanmış gibi hissettiğim yıkımın kalıntılarını izlerken düşünebildiğim tek şey işte bu sonsuz kavramıydı. Tahta parçaları dört bir yana saçılmış, ayağımın altında ezilirken çıkardıkları tatsız çıtırtılarla birlikte bana yaşanan her saniyeyi tekrar ettiriyordu. O anda yapamayacağımı bile bile uyuyabilmek istedim. Uyuyup da en azından birkaç saat de olsa tüm dünyadan uzaklaşabilmek istedim. Fakat bu mümkün değildi ve ben gittikçe daha çok ısınan cehennemimde çıkışı olmayan bir yolla sıkışmış gibiydim.

   Gözlerimi yavaşça kapatıp derin bir nefes aldım ve onu içimde tuttum. Dışımdaki yangının içimdekini bastırmasını diledim ama bu da olmadı. Varlığını bir uzvum gibi kabul ettiğim acı ve susuzluk her zaman olması gerektiği yerdeydi. Fakat normalin aksine evcilleştirilmişti. En azından çoğu zaman.

   Çocuklarla geçen tuhaf sohbetin üzerinden hem onlara alan sağlamak hem de psikolojimi biraz da olsun toparlayabilmek için kendimi dışarı atmıştım. Yalnız kalmaya ihtiyaç duymak, beynimin içinde halihazırda yaşayan yalnızlığa ironik geliyordu.

"Algılamak için birkaç defa üzerinden geçmem gerekiyor. Phoebe, sen olağanüstü bir durumsun, bunun farkındasın değil mi?" Konuşan Luke'a dönen bakışlarım durgundu. İlk defa kendimi açıklamak bu kadar zor geliyordu.

"Ben temelde Vampirlerin nasıl var olduğunu bilmiyorum. Bana kullanma kılavuzu veren biri olmadı." Calum'ın gözleri beni delip geçerken ne düşündüğünü merak ettim. Fakat ona duyduğum saygı, düşüncelerini okumamın önündeki en temel engeldi. Bu yüzden kendisinin dökülmesini bekledim. O sırada Luke cevabımı bir müddet sindirip sonrasında konuştu.

"Seni kim dönüştürdü? Nasıldı?" O simsiyah gözler benimkilerin önünde bir yıldırım gibi çakarken kesik bir nefes aldım. Bunu bilmeyi ben de o kadar çok istiyordum ki.

"Bilmiyorum. Ölmek üzereydim, bedenimde hissedebildiğim her bir eklem acı içindeyken o an görebildiğim pek bir şey yoktu. Fakat belki de son saniyelerimde üzerime bir bedenin çöktüğünü, gözlerimin önünde başka gözlerin belirdiğini fark ettim. Onun kim olduğunu bilmiyorum, bana verdiği tek şey birkaç kelime ve beni Vampire dönüştüren zehir oldu. Sonrasında gözlerimi açtığımda o adam yoktu, yalnızdım ve artık ben eski ben değildim." Luke'un sözlerim karşısında yutkunduğunu duydum. Bizi dikkatle dinleyen Michael'ın hızlı sorusu dikkatimin ona yönelmesine sebep oldu.

"Peki sendeki farklılıklar neydi? Kanla besleniyor oluşun dışında." Yorgun gözlerim ona döndüğünde konuşmak için ihtiyacım olan nefesi aldım ve cevapladım.

"Çoğunu gördünüz zaten. Hız ve güç. Onun dışında insanlara zarar veren nesneler bize zarar veremiyor. Zarar verse bile çok fazla güç gerektiriyor ve zarar verdiğinde iyileşmemiz sadece birkaç saniye sürüyor. Hepsinin sebebi de bedenimizdeki o zehir. Promosyon olarak ölümsüzlük de pakete dahil." Michael gülecek gibi oldu. Eğer gülseydi bu beni rahatlatabilirdi fakat son anda kendini toparladı ve Luke araya girince daha çok gerildim.

MARBLE / c.hWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu