Epilogue / 2

33 5 9
                                    

   Fısıltılar.

   Sahip olduğum tek şey onlardı. Asla susmayan, ne dedikleri belirgin olmayan ve sonu gelmeksizin beynimi çoktan kemirmeye başlamış olan fısıltılar. Dört bir yanımdaydı. Harabeye dönmüş labirent duvarlarının arasında yürürken, baygın gözlerim gördüğünü idrak bile edemiyordu. Titreyen sağ elim usulca havaya kalkıp da yanımda beliren duvara dokunduğunda, tırnağımın beton zeminin üzerinde bıraktığı rahatsız edici sesi duymaktan bile uzaktım. Çünkü çoktan çıldırmıştım ve bu yoldan nasıl döneceğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu. İyi değildim. İyi hissetmiyordum ve delirmenin eşiği artık çok geride kalmıştı. İşin ironik kısmı ise delirdiğimi halihazırda biliyor olmamdı.

   Önümde sonu yokmuş gibi ilerleyen ince koridorda yürürken, ortamı aydınlatmaya çalışan seyrek ışıklar titreşerek can veriyor gibiydi. Solumdaki koridora döndüğümde içine girdiğim karanlığın benim için önemi bile yoktu. Hâlâ duvarda dolaşan sağ elimi usulca indirip durdum. Yanan gözlerimi koridorun sonuna sabitlemişken, yapabildiğim tek şey derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışmaktı. Sakinleşip zihnimdeki yüze odaklanmalıydım. Ama bunu başarıp başaramayacağımdan bile emin değildim. Sadece yorgun hissediyorum. Çoktan bitmiş ve yorgun.

   Dudaklarımdan histerik bir kıkırdama döküldü. Aynı anda bakışlarım usulca aşağıya inmiş, sağ elimde kalan büyük bidona kaymıştı. Gözlerim geri koridoru kesip, elime düştüğünde nefesimi vermiş ve içinde kalan benzinin yetip yetmeyeceğini hesaplamaya çalışmıştım. Fakat çabam boşunaydı. Zihnime bunu yaptırabilecek kadar bile hakim değildim. Bütün mahzeni elimdeki benzini dökerek dolaştığımdan emindim, unuttuğum bir yer olabilir miydi?

   Omuz silkip elimdeki bidona odaklanarak koridorun ucuna doğru yürümeye devam ettim. Ve en sonunda boşalıp da eskiden bana ait olan odanın kapısına ulaştığımda kayıtsızca elimdeki bidonu koridora doğru fırlatmış, titreyen sağ elimi cebime yöneltmiştim. Kurumuş kanın yeni bir katman oluşturduğu pantolonumun cebine ulaşmak zor olsa da, içindeki küçük kutuyu alıp çıkardığımda yavaşça yere eğilmiş, ayaklarımın üzerinde dengede durarak yeri benzinle ıslanan koridora bakmıştım.

   Eskiden evim olan mahzendeydim. Üzerimi bile değiştirmemiştim ve Phoenix'i diriltmek için kullandığım kan göbeğime kadar bedenimi kaplıyordu. Ellerim de dahil olmak üzere üzerimdeki bütün kan çoktan kurumuştu ama kirli hissetmeyi umursayacak durumda bile değildim. Dirseklerimi önümdeki dizlerime yaslayıp yerdeki ıslaklığa bakarken, bomboş beynimin içinde anlam veremeden bakan siyah gözlerin belirmesi bütün bedenime büyük bir titreme dalgası bırakmıştı.

"Evet, orospu çocuğu. Mahvettiğin evimdeyim."

   Gözlerim yer yer yıkılmış olan duvarlara kaydığında çıkacak olan yangının ne kadar kısa sürede yayılacağını hesaplamaya çalışmıştım. Mahzenin artık tamamen harabeye dönmüş olduğunu hesaba katarsak, süreç umduğumdan da kısa sürede gerçekleşecek gibi duruyordu. Elimdeki küçük kibrit kutusunu açıp içinden tek bir dal çıkardığımda gözlerim yanıyordu. İçimdeki canavar ne yaptığımı kestiremez gibi kulaklarını dikmiş beni izliyorken, onu görmezden gelmek zordu. Çünkü çok uzun zamandır kontrol ondaydı ve benim bu denli bırakmış olmam onun da tuhafına gidiyordu. Bunu isteksizliğinden anlıyordum, çünkü her zaman benimle savaş içinde olmaya alışık olan canavar artık bundan besleniyor olmalıydı ki, benim kendimi ona bıraktığım bu yenilgi onun aşina olmadığı bir durumdu.

   Elimin tersinin üzerini kaplayan kanı umursamadan sağ gözüme bastırıp ovaladım. Göz bebeklerimin yandığını hissettiğimde kendimi tutmayı bile düşünmeden altın tonlarının meydana çıkmasına izin verdim. Elimi gözümden çektiğimde görüşüm daha netti.

MARBLE / c.hDove le storie prendono vita. Scoprilo ora