5

126 21 61
                                    

   Mümkünmüş gibi hızımı daha da arttırdım. Bir daldan diğerine atlarken, üzerlerinden atladığım ağaçların gövdelerine pençelerim sertçe saplanıyordu. Aynı zamanda gözlerim çevreyi tararken, aldığım her derin nefeste de çevreyi kontrol etmeyi ihmal etmiyordum. Yakındı ama yeterince değildi. En yakın ağaçtaki kalın dala doğru atıldığım sırada, daha dala ulaşamamıştım ki, boynuma değen güneş ışığıyla tüm dengem şaştı. Acıyla hırlayıp ağaca ulaşamadan yere doğru çekildim. Dengemi sağlayamazken, yere düşüşümle beraber bedenim sert zeminde yuvarlandı. Parmaklarımı tüm gücümle ıslak toprağa sapladığım zaman ancak durabilmiştim. Başımı hızlıca kaldırıp yeniden havayı yokladım. O sırada boştaki elim az önce yanmış olan boynuma değmişti. Yanıktan eser yoktu.

   İleriye doğru atılırken, bu sefer ormanın içinde kalan son güneş ışınlarına karşı daha dikkatliydim. Kokunun rotasını takip ettiğim sırada kolumda hissettiğim hafif acıyla birlikte gelen kahkahama engel olamadım. Güneşin bana değmediğini biliyordum. En azından bu sefer değil.

   Koşmaya devam ederken ormanın içine doğru bağırdım. Aşırı derecede eğleniyordum.

"Ne oldu? Yaktı mı seni?"

   Sesim sessiz ormanda çınlarken, beklediğim karşılığı alamamıştım. Cevap verirse onu bulmam kolaylaşırdı, bunu biliyordu.

   Gülümsemeyi kesip sağa doğru saptım ve önüme çıkan büyük kayaya tırmanıp birden durdum. Gözlerim avını çevrede dikkatle ararken, onu hemen ileride görünce dudaklarım aralandı ve köpek dişlerimin hafifçe uzadığını hissettim. Aynı zamanda gözlerimde beliren ufak yanma da gözlerimdeki ela tonların soluklaşıp altın renginin yoğunlaştığını belli ediyordu. Avı için hazır olan avcıya dönüşmüştüm. 

   Geyiğin hızlı atan kalbini duyabiliyordum. Benden habersiz önündeki otları koklayan geyiğe doğru atılacağım sırada, altımdaki kaya parçasının parçalandığını ve bedenim yere çekilirken, omzuma batan elin beni yere çivilediğini hissettim. Sırtımın altında beklenmedik geçten dolayı çatırdayan toprağın sesiyle birlikte dudaklarımdan kaçan yüksek haykırış, beraberinde hırlayışımı da doğurdu. Elin sahibinin gözlerine bakıp hırladığım sırada o da birkaç metre ötemizdeki geyiğe doğru atılmıştı ki, son saniye bacağını kavrayıp onu geyikten uzağa savurdum. Dudaklarından çıkan haykırışla o daha doğrulmaya fırsat bulamamıştı ki, ona atılıp iri göğsüne attığım tekmeyle birkaç metre geriye uçup düştüğünde göğsündeki ağrıyı kendi göğsümde hissetmiştim.

   Hızlıca arkama dönüp geyiğin eskiden durduğu yere fırladığımda artık orada olmadığını görmek sinirimi bozmuştu. Havayı yeniden koklarken, çok da uzaktan gelmeyen kokusunu duydum. O sırada ikizim öfkeyle bağırdı. 

"Senin yüzünden kaçtı işte!"

   Ona gözlerimi devirdikten sonra belli belirsiz gelen kokuyu takip ettim. Güneş batmak, orman karanlığa gömülmek üzereydi. Çok az süremiz kalmıştı. Ağaçlar yanımdan su gibi akarken, az önce kaybettiğim geyiği metrelerce uzakta buldum. Üzerine atılırken, Phoenix hemen yanımdan geçti ve hayvanın boynunu tutup tek hamlede kırdı. Daha ne olduğunu anlamaya fırsatı olmayan geyiğin başı Phoenix'in kollarından düşmüş, gözlerindeki ışık yavaşça sönmüştü.

   Onlara doğru birkaç adım atıp yanlarına gittiğim an gözüm hayvandaydı.

"Buraya ilk ben geldim." Dudaklarımdan çıkan sese karşılık Phoenix oldukça eğlenen bir ifadeyle bana karşılık vermişti.

"Ama şu an hayvan benim kollarımda." Ona gözlerimi devirdiğim sırada yere bıraktığı hayvanın cansız bedenini izledim. Yere eğilirken, Phoenix avına odaklanmıştı.

MARBLE / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin