25

110 17 91
                                    

"Phoebe, sen nesin?"

   Michael'ın sorusu gergin ortamın havasında öyle bir tutunmuştu ki, gözlerim onu izlerken bedenimdeki gerginlik büyük bir titremeye dönmüştü. Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum ama Ashton'ın kesilen nefesi ve sonrasında gelen kendi kendine mırıldanışı beni gerçekliğe uyandırmıştı.

"Tanrım, nefes almıyor..." Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldiğim saniyenin ardından Calum'ın belimdeki elinin sırtıma çıktığını, kazağın parçalanan kısmından sırtıma değdiğini hissettim. Tanrılar aşkına, eli o kadar sıcaktı ki irkilmeden edemedim.

"Önce herkesin sakinleşmesi gerekiyor, sonrasında neyin ne olduğuyla alakalı uzun uzun konuşuruz." Calum'ın sesinden ciddiyet akarken başımı kaldırıp yüzüne baktım. Aynı zamanda çocuklar da ona baktığında nefesini verip yeniden konuştu.

"En azından su için ve kendinize gelmeye çalışın. Siz bu kadar dehşet içindeyken kadını dinleyemeyeceksiniz bile. Herkes önce biraz nefes alsın." Calum bir yandan onlara emirleri yağdırırken, diğer yandan da sırtımdaki elinin baskısını arttırıp beni odanın çıkışına doğru yönlendirmişti.

   Calum'ın ne yaptığını anlamadan onun beni ilerletmesine izin verirken, yolumuzun sonu odasına çıktı. Odanın kapısı açıldığında ve Calum beni anlam veremediğim bir şekilde yatağına oturttuğunda hızlıca odanın içinde koşturmuş ve bir yerlerden çıkardığı kazağı ile birlikte geri geri bana yaklaştı. Hemen önümde durduğunda dizlerinin üzerine indiğini ve boylarımızı eşitlediğini gördüm. Göğsüm sıkışmıştı.

"Nasıl hissediyorsun?" Mırıldanarak sırtı paramparça olan kazağımın iki yanından tuttuğunda gözlerime ufak bir bakış atmıştı.

"Pişman, korkmuş, allak bullak." Kollarımı kaldırmamı beklerken kaşlarını çatmıştı. Kazak tenimi sıyırarak kenara bıraktığında karşısında sadece iç çamaşırımla kalmıştım ve bu kendimi gereceğim son konu bile değildi.

"Halledeceğiz. Kabullenecekler." Kolumu tutup sırtımı görebileceği kadar beni döndürdüğünde ezber hareketlerle ona uyuyordum. Gözleri sırtımın pürüzsüz teninde gezerken muhtemelen yaraların iyileşmiş olma durumunu kontrol ediyordu. Rahatladığını hissettim. O sırada ben mırıldanmıştım.

"Bundan nasıl emin olabiliyorsun?" Elindeki kazağı başımdan geçirip omuz silkti.

"Çünkü onlarla birlikte büyüdük, Phoebe. Ne konuda ne düşüneceklerini bilebilecek kadar zaman geçirdik." Kazağı kollarımdan geçirmeden önce ben onu sakince dinlerken bana doğru uzandı ve fısıldayarak devam etti.

"Korkuları dinip gerçekleri görmeye başladıklarında sorun kalmayacak." Çıplak omzuma sıcak dudaklarını bastırdığında olmayan nefesim kesildi. Vücudum bir anda gerilirken gerçekten nefes almayı bırakmıştım çünkü korkuyordum. Fakat asıl korkması gereken Calum iken, aksine rolleri değiştirmişiz gibi cesarete bürünmüştü.

   Omzumda çok durmayan dudakları hızlıca boynuma çıkıp oraya da küçük bir öpücük bıraktıktan sonra omurgamdan başlayıp beynime ilerleyen titremeyi görmezden gelmek oldukça zordu. Gözlerim kapanmak ve hisleri keşfetmek istiyordu.

   Calum başını boynumdan çekip benden ayrıldığında, kollarımı kazaktan geçirip beni tamamen giydirmişti. Gözleri bedenimde dolanırken kısaca güldüğünü duydum. Ardından mırıldandı.

"Sanırım ilk defa bir kadını giydirirken öpüyorum, genelde tam tersi olur." Dudaklarımdan ufak bir kıkırtı kaçtığında Calum'ın gözleri kıkırtının çıktığı noktaya kaymıştı.

MARBLE / c.hWhere stories live. Discover now