38

40 8 19
                                    

   Phoenix'in öfkeyle odada olta attığı sırada, yaptığı tek şey imkânı varmış gibi daha da artan ses tonuyla bağırmaktı. Başka bir şey değil, sadece bağırmak.

"Sen kafayı mı yedin! Ya iyileşemeseydin?" Zorlukla doğrulduğum yatakta dengemi pek kurabildiğim söylenemezdi. Bu yüzden kendime tam anlamıyla gelene kadar bu azarları işiteceğim kesin gibi duruyordu. Bir de ilgilenmem gereken bir Calum vardı. Yanağındaki patlayan noktadan kan sızmayı kesmişti ama yine de bir bakılması gerekiyordu.

"Beni ne kadar korkuttuğundan haberin var mı senin? Siktiğimin bağı bir anda yok olunca öldün sandım Phoebe!" Gözlerim ona döndüğünde bu yeni haber beni de korkutmuştu.

"Bağ yok mu oldu?" Durup dalga geçer gibi bana baktı.

"Russell ile konuşurken, lafın tam ortasında bir anda yok oldun! Puf, her zaman orada olan bağın yerinde kocaman bir hissizlik ve sessizlik vardı! Lanet olsun, bu sefer gerçekten kendini öldürmeyi becerdin sandım! Şehrin diğer ucundan buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum bile." Durup ellerini saçlarının arasından geçirdi. Ardından Calum'a doğru tehditkâr bir adım attı.

"Hepsi senin yüzünden." Kendi hızımda Phoenix'in önünde belirip onu durdurmayı becermiştim ama becerebildiğim tek şey bu olup ona tosladığımda ve dengemi sağlayamayıp düşeceğim sırada kollarını etrafıma doladığını hissettim. Eh, en azından beni tutuyordu.

"Onun yaptığı tek şey bana yardım etmekti. Öfkeni bana kus, ona değil." Kolları belimdeyken titrek bir nefes aldığını duydum. Aynı zamanda titrek olan tek şey nefesi değildi. Bütün bedenine kocaman bir titreme dalgası hakimdi ve ona dokunana kadar bunu fark edememiş olmak canımı sıkmıştı. Yutkunup devam ettim.

"İnsan gibi hissetmek istedim, Pho. İnsan değilim ama bir an olsun onlara ait bir şey yapmak istedim. Sadece ufak bir an yaşadığımı hissetmek istedim." Başımı iki yana sallayarak kendime bir tık daha geldikten sonra derin bir nefes aldım. Evet, toparlıyordum.

   Fakat tam o anda toparlanışıma koca bir balta darbesi indiren şey başımı kaldırıp Phoenix'e baktığımda gerçekleşmişti. Aldığı kesik nefesin ardından tek gözünün kenarından sızan yaş hızla yanağına döküldü ve oradan da aramıza düşerek yok oldu. Öylece kalakaldığımda, göğsüme çöken ağırlığın tarifi yoktu ve bunun ondan mı yoksa benden mi kaynaklı olduğunu çözemiyordum. Yeni bir yaş daha düşerken, uzanıp başını boynuma gömdü ve acıyla fısıldadı.

"Öldün sandım..." Omuzlarındaki titreme ellerime o kadar yabancı hissettiriyordu ki, ağladığını bütün hücrelerimle inkâr etmek istedim.

"Seni hissedemedim, Phoe. Lanet olsun, seni kaybettim sandım. Acı vereceğini, diğer yarımın yanarak yok olacağını düşünürken o kadar sessiz sedasız ortadan kayboldu ki o bağ, dehşete kapıldım... Ne yapacağımı bilemedim... Ben çok korktum... Çok..." Kollarımı hızlıca omuzlarına doladığımda, yavaş hareketlerle bedenlerimizi yere doğru çektim ve o ağlamaya devam ederken onu usulca yere oturttum. Ne zaman ortaya çıktığını bilmediğim yaşlar benim de gözlerimden akıyordu.

"Pho..." Başını hızla iki yana salladı. Ardından benden ayrılarak gözlerimin içine baktı.

"Bu geçen seferki intihar saçmalıkların gibi değildi, anladın mı? Bağ yok olmuştu!" Gözlerinin içine bakarken ve uzanıp yanaklarındaki ıslaklıkları silerken, tepki vermeden beni izledi. Artık kendime tamamen gelebilmiştim.

"Özür dilerim... En azından sana haber vermem gerekiyordu. Amacım kendimi öldürmek değildi ama yine de haberinin olması gerekiyordu, haklısın." Phoenix keyiften uzak bir gülümse ile benden uzaklaşıp tek elini aramızda salladı.

MARBLE / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin