6

132 19 57
                                    

   Ölümsüz yaşamın bahşedildiği uzun ömrümde günlerin benim için oldukça kısa geçtiğini söyleyebilirdim. Hatta günlerin gözümde takvimdeki kâğıt parçalarından ibaret olduğu zamanlarım da olmuştu. Ve ben koca ömrümde ilk defa saatlerin bu kadar yavaş ilerlediğine şahit oluyordum. Belki sahip olduğum gerginliktendi, belki de içinde bulunduğum evin yoğun kokusu yüzündendi. Ama sebebi her ne olursa olsun, akrep ve yelkovan yeterince hızlı ilerlemiyordu.

"Dostum, aşırı acıktım." Ashton'ın sesini duymamla bakışlarım duvardaki saatten ayrılıp çocuklara kaydı. Çocuklar onu onaylarken Michael uzandığı yerden doğrulup mırıldanmıştı.

"Buzlukta yiyecek bir şeyler vardı. Sen de yemek ister misin, Phoebe?" Bakışlarım mutfağa doğru adımlayacağı sırada hemen yanımda durmuş olan Michael'a doğru kalktı. Başımı iki yana sallarken, bakışlarımı yeniden saate kaydırdım.

   Michael ısrar etmedi. O odadan çıkarken, Ashton da ona yardım edebilmek için peşinden gitmişti. Oturduğum koltukta, dirseklerimi dizlerime yaslamış, ellerimi önümde birleştirmiş öylece saate bakıyordum. Fakat o sırada görüşümü bir beden kapladı ve aynı beden hemen önümdeki sehpanın üzerine oturdu. Gözlerim ona döndüğünde Calum'ın gözlerimin içine baktığını gördüm. Aramızda tuhaf bir bakışma sürerken, kaşlarımı kaldırıp konuşmasını bekledim. Nefesini verip beklediğim sesini dudaklarından çıkardı.

"Çok solgun görünüyorsun. Bir şeyler yemelisin." Gözlerine bakmayı sürdürürken usulca ona da başımı iki yana salladım. Fakat enteresan bir şekilde ısrarını sürdürdü.

"Ciddiyim. Çok geç oldu ve sen buraya geleli saatler geçti. Su bile içmedin." Söyledikleri doğruydu ve yaptığım hatayı farkında olmadan yüzüme vurmuş oldu. Dikkat çekmemem için bir şeyler yemek zorundaydım. Midemin bunu kabul etmeyeceğini biliyordum. Anlaşılan o ki, zorlamak zorundaydım.

   Nefesimi veriyormuş gibi omuzlarımı indirdim. Birkaç saat önce nefes almayı bırakmıştım. Çünkü onlar hareketlendikçe, efor sarf ettikçe, kan dolaşımları hızlanmıştı ve odadaki kan kokusu mümkünmüş gibi daha da çoğalmış, dayanma sınırımı zorlamaya başlamıştı. Ben de buna karşılık nefes almayı bırakmış, yaşadığım zorluğu hafifletmeye çalışmıştım.

"O kadar kötü müyüz?" Calum'ın beklenmedik sorusuyla daldığım düşüncelerden çıktım ve gözlerine boş bir ifadeyle baktım. Yüzümde ne görüyordu bilmiyordum ama ona olan boş bakışlarım gülmesine sebep oldu.

"Gergin olduğun anlaşılıyor. Anladığım kadarıyla gündüz burada kalmak zorunda olman planladığın bir şey değildi." Normalde insanlar yüzüme baktığında düşüncelerimi anlayamazdı. Fakat Calum'ın bunu oldukça başarılı bir şekilde yapıyor olması bana tuhaf gelmişti. Kısık bir sesle onu onayladım.

"Evet, planlarımın arasında bu yoktu." Sesimi duyduğu anda, bedeninden geçen titreme dalgasını normal bir insan göremezdi. Fakat bedenindeki en ufak hareketi sezebiliyordum. Başını sallayarak kendini hızlı bir şekilde toparladı. Bedeni sakinleşirken, aklına gelen bir fikirle başları usulca çatıldı ve gözlerimin içine daha dikkatli bir şekilde bakmaya başladı.

"Ted bize seninle alakalı bir şeyden bahsetti." Düşünüyormuş gibi duruyordu. Ted çok fazla şey biliyordu. Asıl korumamız gereken sır dışında ne söylerse kabulümdü.

   Calum beni daha fazla merakta bırakmadan devam etti.

"Güneşe alerjin olduğunu söyledi. Bu yüzden geceleri çalışıyormuşsun." Ona öylece bakakaldığımda önce kahkaha atmak istedim. Ted kılıfı iyi uydurmuştu. Fakat sonradan konunun neden buna geldiğini merak etmekten kendimi alıkoyamadım. Kaşlarım hafifçe havaya kalkarken, sorgu benden Calum'a dönmüştü.

MARBLE / c.hWo Geschichten leben. Entdecke jetzt