27

98 15 14
                                    


   Gözlerim odanın içindeki saati taradı. Öğlenin ortalarını gösteren saat bizim için en ölümcül olanıydı. Elim robotik hareketlerle önünde durduğum masada bulunan telefona dokunup ihtiyacım olanı bana gösterdikten sonra derin bir nefes aldım. Hava açıktı, güneş tepedeydi ve parçalı bulutlu sayılabilecek olan bulutlardan hiç yok gibi görünüyordu. Bu da ölümcüllüğü arttıran unsurdu.

   Hızlı hareket edip odamın bulunduğu kanattan çıkıp mahzenin doğu kanadına ulaştığımda ağır kapılardan birini aralayıp içeri sızdığım ve odadaki Vampirlerle iletişime geçmeden hemen önce Phoenix'in sesi beynime doldu.

Bizi konuşturma. Senin tek olduğunu düşünsün.

   Başımı sallayıp sorgu odası yaptıkları depoya doğru adımladığım sırada Phoenix'in sesi yeniden duyuldu.

Russell elinden geleni ardına koymasın dedi.

   Dudaklarım ufak bir gülümsemeyle gerildiğinde sözlerine karşılık vermeden deponun geniş kapısının sürgüsünü yana kaydırıp çıkardığı gürültünün ortamdaki sessizliği bıçak gibi kesmesine izin verdim. Bir an sonra içerideydim ve kapı arkamdan gümbürtüyle kapanmıştı.

   Odanın merkezinde duran sadece bir adam vardı. Ayakları yere gömülü olan beton sandalyenin üzerinde dört bir yanı zincirlerle çevrili halde duruyordu ve başı önüne eğik, dağınık saçları dört bir yanına yayılmıştı. Hırpalanmış ve aç olmalıydı çünkü biliyordum ki tam gücünde olsa o zincirler hiçbir işe yaramaz, kolayca onlardan kurtulurdu.

   Gözlerim odanın köşesindeki küçük masaya kısa bir anlığına kaydığında çoktan üzerindeki malzemeleri ezberlemiş, hangilerini nasıl kullanabileceğimi hesaplamıştım. Adamın hemen hemen bir metre önünde duran sandalyeye yavaş hareketlerle çöktüğüm sırada, adam başını usulca kaldırıp bana bakmayı akıl edebildi. Normal standartlara sahip bir yüzü vardı. Vampir oluşunun getirisi olan güzellik olması gereken yerde dururken, mavi gözleri şimdilik altın tonlarından yoksundu. Fakat yine de yorgun oluşu bakışlarından belli oluyordu.

   Sandalyenin arkasına yasladığım rahat bedenimi süzerek yukarı çıktığı sırada gözleri yüzümde dolandı ve irislerinin irileştiğini gördüm. Gözlerimi onunkilere sabitlediğim sırada ilk konuşanın o olmasını istiyordum ve yutkunduğunu görmek bu durumda fazla zorlanmayacağımı çoktan belli etmişti. Ne demiştim? Güzellik benim lanetimdi. Etki altına almak ise silahım.

   Bir bacağımı diğerinin üzerine attığım sırada kollarımı da göğsümde birleştirecektim ki, adamın sesi sessiz ve boş odayı doldurdu.

"Dinle, diğerleri konuşmam için çok uğraştı ama ağzım sıkıdır, tamam mı?" Omuz silktim ve göz temasını kesmeden ona ulaşmaya çalışırken mırıldandım.

"Onlar pek umurumda değil, ben sadece kimi yakaladıklarını merak ettiğim için buradayım." Sesimi özellikle alt tonlarda ve yavaş tutuyordum çünkü aynı zamanda o farkında olmadan beynine sızmaya çalışmak onun sakin olmasını gerektiriyordu.

   Ayaklarımı çözerek öne eğildim ve dirseklerimi dizlerime yasladığım sırada gözlerimdeki altın tonlarını ortaya çıkararak yüzünü süzdüm.

"Sizin bizden farklı olmanızı beklerdim." Sözlerim karşısında adam kaşlarını çatarken başım usulca yana kaymış, yüzünü incelemeye devam etmiştim.

"Düzenli kan alımınız var. Bizde o da yok, bilirsin ya, çok nadir insan kanı alabiliyoruz onun dışında hep hayvanlar oluyor." Adamın kaşları kalkarken cevap vermek için ağzını açmıştı ki hızlıca uzanıp işaret parmağımın tırnağını yanağına dokundurdum. Adam muhtemelen ne yapmaya çalıştığımı anlamıyordu, anlamaya çalışıyordu ama belli ki düşünmekte ondan hızlıydım. Devam ettim.

MARBLE / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin