31

60 12 12
                                    

   Tabirlere bakılırsa bizim canavar olduğumuz iddia edilirdi. Bana sorulsa, hepimizin birer canavar olduğunu iddia ederdim. Kanla besleniyorduk, bu bir vahşetti. Ölümsüzlüğe sahiptik, bu bir lanetti. Mermer pürüzsüzlüğüne sahiptik, bu bir tuzaktı. En önemlisiyse, gücümüz ölçülemeyecek düzeydeydi, bu ise başlı başına zamanla ölüyor olduğumuzun göstergesiydi. Ruhumuzun öldüğünün göstergesi.

   Fakat tam şu anda, ucunda oturduğum yatağa boylu boyunca uzanmış olan iri bedene bakarken bunlara inanmak güç gibi geliyordu. İkizimin hareketsiz göğsünden, ifadesiz yüzüne çıkan bakışlarım bütün bu saydıklarımın aksini görmek ister gibiydi. O da bir canavardı. Çünkü ben ne isem o da oydu. Çünkü yanağına ulaşan elim aynı soğuğu paylaştığımız tenine dokunduğunda aynadaki yansımama dokunur gibiydi. Ben ne isem o da oydu. Ama aynı zamanda ben çirkin olan her şeysem, o da güzel olan her şeydi. Aksini beynime kanıtlayamıyor gibiydim.

   Tenini okşayan elime tepkisiz kaldığında yorgunluktan düşmüş omuzlarımla birlikte onu izlemeye devam ettim. Bembeyaz teni benimkiyle aynı tondaydı ama ondan daha kirli hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kanla besleniyordu, bu doğal olarak bana vahşi gelmiyordu. Ölümsüzlüğe sahipti, aynı zamanda bu lanet günde belki de onu kaybetmeye ilk kez bu kadar yaklaşmıştım. Teni soyadımıza yakışır bir şekilde pürüzsüzdü ama ölümlü günlerinden bu zamana kalan bütün yaralarını hâlâ ona baktığımda görebiliyordum. Zamanında babamızın yardığı kaşı, yanağı, dudağı, şu an el değmemiş gibi mükemmel görünürken, yaşadığımız geçmişte ne denli yaralara şahit olmuştu bunu hâlâ dün gibi hatırlayabiliyordum. Pürüzsüz teni, geçmişteki yaralarla doluydu ve belki de onu bu kadar mükemmel gösteren şey buydu.

"Bugün seni kaybetmekten o kadar korktum ki." Fısıltım dudaklarımdan mı dökülmüştü yoksa onun beynine mi doğmuştu bilmiyordum. Ama sözlerimden sonra gözleri açıp altın tonlarını gizlemediği elâlarını bana odakladığında ağlamak istedim. Bir müddet sadece izledi. Dile dökmese de aklından geçen cümleleri biliyordum. Geçmişte ben onu bu korkunun kıyısına defalarca getirmiştim. Acıdır ki, empati yapabilmenin yolu oldukça zor bir şekilde karşıma çıkmıştı.

"Geçti." Mırıltısı dudaklarından döküldüğünde uzanıp yanağında duran elimi aldı ve göğsüne götürerek sıkıca tuttu. Başımı iki yana sallarken hâlâ fazlasıyla yorgun hissediyordum. Ama aynı zamanda da konuşulması gerekenler vardı.

"Phoe..." Gözümden kaçan tek damla yaş gelecek olan sözleri bildiğimin göstergesiydi. Phoenix bu yüzden uzatmadan konuya girdi.

"Allerick..." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve kendime gelmeye çalıştım. Konuştuğum sırada sesim titremişti.

"Onu parçalara ayırmak istiyorum... O bana her şeye mâl oldu. Her şeye." Phoenix'in usulca doğrulduğunu hissettiğimde gözlerimi açmadım. Çok geçmeden başım sert omzuna yaslanmış, kolları çevreme dolanmıştı.

"Karşımızda birinin olduğunu ve tehlikeli olduğunu biliyorduk. Ama bu kişinin aynı zamanda seni dönüştüren kişi olduğunu görmek beni sadece endişelendiriyor." Haklıydı. Dönüştüğüm ilk senelerde uzun bir süre onu bulmaya çalışmıştım. Fakat sonunda tek bir iz bulamamış pes etmişken, bir anda karşımıza bu şekilde çıkmış olması sadece ne hissetmem gerektiği konusunda kafamı karıştırıyordu. Titrek bir nefes aldım.

"Beni tanıdı." Kendime gelip yaşananları yeniden düşündükten sonra çıkardığım en büyük sonuç bu olmuştu. 'Heba olmamış.' Ses tonu hâlâ kulaklarımdaydı.

"Endişemin sebebi bu." Phoenix derin bir nefes alarak devam etti.

"Onun fanatik olduğunu biliyoruz. Kendi dönüştürdüğü Vampirlere tutumunu da gördük. Tek bir Vampir için koca mahzeni yerle bir etti ve ona ulaşana kadar da önüne çıkan kim varsa biçti geçti. Seni tanıdı ve kendi zehrinin saflığına bu kadar tutunmuş bir adam ya senin karşına yeniden çıkarsa ne olacak?" Durdu.

MARBLE / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin