Epilogue / 1

36 7 14
                                    

   Çok uzun süre, küvetin ayak ucunda öylece mermerin üzerinde oturmuş, sanki ruhumun en derinlerine bakıyormuş gibi görünen sonuna kadar açık gözlerine kilitli kalmıştım. Göz temasını asla kesememiştim ve geçen her saniye ruhumdan götürüyor gibi hissettiriyordu. Asla dinmeyecekmiş gibi titreyen bedenim, ölüm soğukluğuna sahip olsa da içten içe yanıyordu. Dirseklerim dizlerime yaslı, keskin bakışlarım göz temasıyla intihar etmeye çalışırcasına onunkilerdeydi. Uzun bir süre geçti. Kulaklarımdaki uğultu gittikçe artmış, beynimdeki uğursuz uyuşukluk yerini şeytanların fısıltılarına bırakmıştı. Benim ölmem gerekiyordu, onun değil. Senelerce ölmek için uğraşan aptal benin aksine, yaşama her daim tutunan oydu. Kalan da o olmalıydı, ben değil.

   Atmayan kalbim daha önce benzerini annemden bu yana yaşamadığı tanıdık acıyla bükülüyor, kelimenin tam anlamıyla kavruluyordu. Bağ yok olmuştu. Bu bana yepyeni bir bedende gözlerimi açmışım gibi yabancılık hissettirirken, aynı zamanda bedenimdeki eksikliğin varlığı da kocaman bir kuyu gibiydi. Bağın olması gereken yerde artık derin bir karanlık vardı ve ona ışık tutabilecek tek kişi karşımdaki kan dolu küvetin içinde gözleri irice açılmış vaziyette öylece ölümü yaşıyordu.

   Gövdeme artık eskisinden çok daha güçlü olan bir çift kol dolandığında, beni küvetin içinden geri çekeceğini anladığım an acıyla uğuldadım.

"Hayır... Bırak beni..." Başım iki yana sallanırken, beynim çalkalanıyor gibi hissediyordum. Uğultu beni çoktan çıldırtmıştı.

"Onu yalnız bırakamam..." Calum'ın kesik nefesi kulaklarımda çınladıktan hemen sonra hafifçe mırıldandığını duydum.

"Güzelim, saatler geçti." Başımı yeniden iki yana sallayarak omuzlarıma dolalı olan kolları çözmeye çalıştım. Fakat gücüm çoktan tükenmişti, bu yüzden onu kıpırdatamadım bile.

"Bırak beni..." Yutkunup karşımdaki küvetin içinde uzanan bedenine baktım.

"Son kez ona dokunayım..." Calum'ın aciz sesime karşılık başını salladığını, ardından da usulca kollarını etrafımdan çözdüğünü hissettim. Kanın bacaklarımın etrafında dalgalanmasını umursamadan küvetin içine girdim ve bacaklarının üzerine oturduğumda gözlerimdeki yaşların görüşümü bulanıklaştırması uzun sürmemişti.

   Kurumuş kanla boyalı ellerimi uzatıp hareketsiz başını kavradığımda dudaklarımdan kaçan hıçkırığa engel olamamıştım. Baş parmaklarım gözlerinin hemen altındaki keskin çizgiyi okşarken, onu bir daha göremeyecek, duyamayacak olmanın ağırlığı üzerime bir karabulut gibi çökmüştü. İçimdeki eksikliği bu kadar büyükken, onun olmadığı bir hayatta nasıl yaşayacağımı bilmediğimin farkındalığı göğsümdeki ağırlığı mümkünmüş gibi daha da çoğaltıyordu.

   Gövdeme kadar kana batmış olmayı önemsemeden uzanıp titreyen dudaklarımı alnına bastırdığımda yanaklarım yaşlardan dolayı çoktan sırılsıklam olmuşlardı. Derin bir nefes alıp yoğun kan kokusunun arasından onun kokusunu bulmaya çalıştım. Fakat umduğumu bulamamak imkânı varmış gibi daha çok ağlamama sebep olmuştu. Tenine doğru fısıldarken, kendimde değil gibiydim.

"Özür dilerim, bizi koruyamadım."

   Dudaklarımı alnından çekip yanaklarına teker teker dokunduktan sonra, geri çekilip ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtım. Hâlâ yanaklarında duran baş parmaklarım usulca gözlerine kayıp göz kapaklarını belki de bir daha göremeyeceğim elalarının üzerine doğru çektiğinde kendime birkaç saniye yüzünü izlemek için izin verdim. Artık kapalı olan gözleri onun üzerinden uğursuz ölümü almış, huzurlu bir uykudaymış gibi görünmesine sebep olmuştu.

MARBLE / c.hDonde viven las historias. Descúbrelo ahora