11

117 20 61
                                    

   Seri adımlarla merdivenleri tırmandığım sırada, ortama hakim olan sessizlik bana tuhaf gelmişti. Önemsemeden oturma odasına daldığımda, koltuklara çökmüş çocukların bakışları birden bana döndü ve yüzlerine gülümsemelerin yayıldığını görünce istemsizce benim dudaklarım da ufak bir gülümsemeyle gerilmişti. Michael sırtını yasladığı yerden doğrultup hevesle gözlerime baktı. Heyecanı sesine de yansımıştı.

"Geç kaldın!" Gözlerim hızlı bir şekilde odanın içindeki saate kaydığında bir saatlik gecikme payımın olduğunu anlamıştım. Eh, şehrin diğer ucuna gitmek zorunda kalmıştım.

"İstediğin balık çubuklarını bulabilmek umduğumdan da zor oldu." Elimdeki iki karton poşetten birini ona doğru adımlarken öne uzattım. Gözlerindeki parıltı beraberinde sevinç narasını da doğurmuştu.

"Sen harikasın, Phoebe!" Poşeti verdikten sonra ona daha geniş bir gülümsemeyle karşılık verdim. Diğer poşeti de hemen yanındaki koltukta oturan Calum'a doğru uzattım.

"Bu da bendeki kıyafetlerin. Teşekkür ederim." Hızlıca ettiğim teşekküre karşılık tuhaf bir bakışla bana baktı ve mırıldandı.

"Rica ederim."

   Aradan geçen 4 günün ardından, özellikle de onları o gece savunuşumun ardından -ki bunu yapmak benim görevimdi ama çocuklar buna o şekilde yaklaşmamış ve mümkünmüş gibi bana olan hayranlıklarını epey arttırarak tüm ilgilerini bir anda bana döndürmüşlerdi- dördüyle de aramın baya iyi olduğunu söyleyebilirdim. Hatta, Michael'ın iki gündür canı balık çubuğu istiyor diye bugün şehre inip ona istediği yiyeceği alabileceğim kadar iyi olduğunu da belirtmem gerekir. Çünkü bu ummadığım bir gelişmeydi ve enteresan bir şekilde kendimi bu gelişmeye tutunurken bulmuştum.

   Onların da bundan memnun olduğunu anlayabiliyordum çünkü birkaç gündür yanımda daha rahat olduklarını hareketlerinden anlamak mümkündü. Eh, deli gibi şarkı yazmakla uğraşıyorlardı; böylelikle bu benim burada bulunma sürecimi kısaltacaktı ve görevin bir an önce bitmesini sağlayacaktı, ayrıca yazdıkları şarkıları ve kullanmayı planladıkları melodileri bana özellikle dinletip fikirlerimi alma çabasına girişiyorlardı. Müzik ile yakından uzaktan ilgim olmasa bile, burada sadece görevi için kalan ve evdeki bir biblodan farksız olmayan ben için bu da yeni bir durumdu. Çünkü en azından artık burada bulunmaktan keyif aldığımı söyleyebilirdim.

   İşin bir de kan arzusu durumu vardı. Nedendir bilinmez, -belki de onlarla fiziksel temasta bulunmadığımdan ya da bulunmamı gerektirecek kadar yakınlarına girmediğimden olabilir, emin değilim,- boğazımdaki yangın hala oradaydı fakat içimde artık saldırma içgüdüsü yoktu. Bu bana başta tuhaf gelmişti ama sonrasında bunu onlara içimin ısınmış olmasına yormuş, üzerine düşmemiştim. Çünkü canıma minnetti, onlara saldırmayı zaten istemiyordum ve bunu içimdeki canavarın da anlamış olması büyük bir gelişme sayılırdı. Bir nevi, onlarla birlikte geçirdiğim zamanlar belki de 150 senelik hayatımda insana en yakın hissettiğim anlardı ve bundan memnun olmak benim seçtiğim bir şey değildi. Memnundum. Her ne kadar bu var olduğum şeyi inkâr etmek anlamına gelse bile, ufacık bir an bile olsa insana yakın hissedebiliyor olmak benim için çok büyük bir şeydi.

"Geciktin." Ah, bu konuyu da unutmamak gerekirdi. Ted'in zar zor bulduğu ve onu çıldırtmamaları için çocuklara saatlerce fırça kaydığı Matt ismindeki koruma tam dört gündür buradaydı ve bana olan ilgisi enteresan boyutlara ulaşmıştı. İnsanların gözünü boyamak için var olan çekiciliğimin tuzağına düşmüştü ama şu sıralar bile isteye o tuzakta kalıyor gibiydi.

   Bakışlarım ona doğru döndüğünde, omzunu kapının çerçevesine yaslamış, elindeki atıştırmalıkla bana baktığını gördüm. Michael'ın karşısındaki tekli koltuğa bedenim yığılırken, baygın bakışlarım kısa süreliğine bedeninde dolandı ve geri çocuklara döndü.

MARBLE / c.hWo Geschichten leben. Entdecke jetzt