19

115 16 55
                                    


   Bir yırtıcıya dönüştüğüm andan itibaren, bizden olmayan ölümlü insanların düşüncelerini önemsemek önceliklerim arasında değildi. Özellikle de yaşanan o katliamdan sonra, belki de beni suçlu göreceklerini bildiğim içindir bilinmez, insanlardan kaçmış; iş dışında hiçbiri ile temasa geçmemiştim. Aradan geçen bir asrın sonunda ise yine bir iş vesilesi ile hayatıma giren bu insanoğlu tüm tabularımı yıkmış, bana hayata dair yeni bir bakış açısı bahşetmişti. Kabullenmek zor olsa da, kalbimi açtığım ilk anda tek yaşam amacım o oluvermiş; birden bütün dünyam onun etrafında dönmeye başlamıştı.

   Tam şu anda oldukça yüksek ağaçların yine yüksek dallarından birinde oturmuş, yağan karla birlikte hemen önümde duran dağ evinin içinden gelen hafif sesleri dinlerken; yine aklımda olan tek şey Calum'dı. Evin içinde yanan şömineyi saran çıtırdamalar kulağımdaydı, dışarıda olmama rağmen içeriden gelen ısıyı bile hafifçe hissedebiliyordum. Fakat asıl odaklandığım nokta Calum'ın hemen içeride olan bedeninden gelen kalp atışlarıydı. Sakin olduğunu söyleyebilirdim. Ve biliyordum ki, o kalbi sakin tutmaya devam edebilmek için bütün dünyayı dize getirebilirdim.

   Sırtımı ağacın geniş gövdesine yasladığım sırada bilerek derin bir nefesin burnumun içinden akmasına izin verdim. Havadaki yoğun kar yağışına rağmen kanının kokusunu az olsa alabiliyordum ve onun kokusunu duyumsamak onun yaşamaya devam ettiğinin kanıtıydı, bu ise benim yaşamaya devam etmem için asıl amaçtı. Gözlerimi karanlığın içindeki tek ışık kaynağı olan pencereye diktikten kısa bir süre sonra ışığın söndüğünü ve içeride sadece ateşin verdiği loş ve hafif ışığın kaldığını fark ettiğimde, çatılan kaşlarımla birlikte gözlerim yavaşça bileğimdeki saate kaydı. Çoktan gece yarısını geçmiş olduğunu görmek ise kaşlarımın daha çok çatılmasına sebep olmuştu. Eve girmeye cesaret edebilmem için daha kaç saatin geçmesi gerekiyordu?

   Beynimin içindeki fikir çatışmalarının arasında boğulmaya başladığımda, dikkatimi dağıtan şey cebimde titreyen telefon oldu. Gözlerimi evden çekmeden cebimdeki telefonu çıkardım ve kendime işkence etmeyi bırakıp nefesimi tutarak telefona döndüm. Mesajdı ve Calum'dandı.

Eğer gelmek istersen, hâlâ seni bekliyorum. -Cal.

   Gözlerim bir müddet ekrandaki yazıda gezerken, içine düşeceğim durumu tahmin edercesine ekranı dolduran başka bir bildirim dağılan dikkatimi bir süreliğine topladı. Arayan Phoenix'di.

"Güzellik," Telefonu daha kulağıma götürmemişken neşeli sesini duyduktan sonra nefesimi verdim. 

"Efendim, Phoe?" Derin bir nefes alarak benim onun modunu düşürmeme izin vermeden hızlıca konuşuverdi. 

"Birkaç günlük tatilinin başlamasının hemen ardından ortalıktan kaybolmuş olmanı bir problem haline getirmeli miyim?" Gözlerimi sımsıkı kapatarak bir müddet sessiz kaldım. Çünkü mahzendeyken ondan özellikle kaçmış, gün ışığının kırıldığı ilk anlarda kendimi direk dışarı atmıştım. Calum'ın sabahın erken saatlerinde dağ evine geçeceğini biliyordum ve aramıza giren gün ışığı ve onun nasıl olduğunu bilmiyor oluşum bana yeteri kadar huzursuzluk vermişti. Soluğu burada aldığım andan bu yana ağacın üstündeki yerimden bir an olsun kıpırdamamış, Calum'ın defalarca sigara içme bahanesiyle dışarı çıkıp yavaşça içtiği sigarasından benim gelmemi umduğunu ve gözlerinin çevrede beklentiyle dolandığını görebileceğim kadar onu izlemiştim. 

"2 günlüğüne ortalıklarda olmayacağım." Bu yapacağımı umduğumdan değil de, kalbimden gelip dudaklarımdan dökülen oldukça beklenmedik bir cümleydi. Kurduğum cümleye ben bile şaşırırken, Phoenix'in şaşkınlığını da yadırgayamadım. 

MARBLE / c.hWhere stories live. Discover now