8

122 17 69
                                    

   Çığlıklar.

  Önümdeki karanlık ormana bakarken kulağımda çınlayan tek şey ardı arkası kesilmeyen çığlıklardı. Oturduğum basamaklarda ellerimi başıma ne kadar bastırırsam bastırayım susmuyorlardı. Bedeni donmuş bir Vampir anksiyete krizi geçirebilir miydi, bilmiyordum. Ancak beynimin içinde dönüp duran sanrıların sonu yoktu. Boğazımdaki kan arzusu arttıkça, içimdeki canavar doymak istedikçe düşünceler daha da artıyordu. Belki de canavarın tam doygunluğa eriştiği tek an buydu. Bu yüzden istiyordu. Bu yüzden o katliam anını sürekli yaşayıp onu yeniden arzuladığını bana haykırıyordu.

   Başıma bastırdığım ellerimi kaydırıp yüzümü kapattım. İşte tam da şu anda ölmeyi diliyordum. Kırmızı gören ve kan arayan gözlerim acıyordu. Çığlıklar şiddetini arttırıyordu. Durmaları için ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu ve ben onlar dursun diye her şeyi yapabilirdim. Başımı iki yana sallayıp çığlıkları durdurmaya çabaladığım sırada, halihazırda beynimde dönen çığlıkların arasında bir tanesi daha da belirginleşti. O sesi tanımak, bedenime bir irkilmenin saplanmasına neden olmuştu. Annem. Benim güzel annem. Benim masum olan ama en masum olmayan yolla katledilmiş olan annem.

   Yüzüme bastırdığım ellerimi çekip önüme getirdiğimde hem titrediklerini hem de gözümden akan yaşlardan dolayı ıslandıkları fark etmiştim. Dudaklarımdan histerik bir kahkaha çıkarken iyi olmadığımı biliyordum. İyi hissetmiyordum. Hiçbir zaman iyi hissedemeyecektim. Elimde onlarca insanın, özellikle de annemin kanı varken asla iyi hissedemeyecektim. Evin önünde bulunan merdivenlere kendimi attığım sırada göğsümün daraldığını ve beraberinde susuzluğun beni vurduğunun farkındaydım. Fakat tam şu anda içinde bulunduğum krizin başka bir açıklaması vardı. İnsanlar. Korumakla görevlendirildiğim bu dört insan, bana sadece köyümdeki insanları hatırlatıyordu. Canlılıkları, damarlarından akan kan ve kalplerinin atışları. Masum olduklarını biliyordum. Fakat katlettiğim o insanlar da masumdu. Zamanında kendimi durduramamıştım. Şimdi aradan ne kadar zaman geçerse geçsin duramayabilme ihtimalim beni korkutuyordu. Korku düşünceleri tetikliyordu. Ve düşünceler travmaları doğuruyordu. Yaşadığım ve yaşamaya devam ettiğim travmaları.

   Titreyen bedenimle birlikte öne doğru kayıp yere çöktüm. Kar üzerimdeki siyah pantolonu anında boyamıştı. Fakat masum değildim. Ne kadar beyazlara bürünürsem bürüneyim masum olamayacaktım. Canımı acıtan en büyük nokta buydu. Bunu ben istememiştim. Bu canavarı ve beraberinde getirdiği vahşiliği asla istememiştim.

   Ellerimi sanki yeri kaplayan kara hükmetmek istermiş gibi sıkıca yere bastırıyordum. Çünkü yer yarılsın istiyordum. Yer yarılsın, içine gireyim, bir daha çıkmamak üzere yatayım. Yeri geldiğinde ölüme bile inanmazken, tek isteğim herkesten ve içimde yaşamaya mahkûm edildiğim acılardan uzak bir yerde sadece dinlenebilmekti. Yangının olmadığı, sonraki adımı düşünmek zorunda kalmadığım bir yerde dinlenebilmek.

   Canım acıyordu. Ve bu acıyı sığdırabilecek kelimeyle 150 senelik hayatımda karşılaşmamıştım. Bu kadar uzun olan hayatımda kelime haznemi bu denli doldurmuşken, tek bir hissi sığdırabilecek, anlatabilecek tek bir kelimem yoktu.

   Canım yanıyordu. İçimde son bulmayan bu istek beni içten içe kemiriyordu. Bunu biliyordum. Krizin eşiğindeydim, krizin içindeydim. Fakat dur diyemiyordum. Her ne kadar gücüm kayaları parçalayabilecek durumdayken, bu gücün tek parçaladığı şey yine bendim. Yorgundum ve sadece dinlenmek istiyordum.

   İçimde yaşanan savaşta o kadar boğulmuş durumdaydım ki, omzuma sarılan kolları ilk başta hissedemedim. O kolların beni kaldırışını, az önce oturduğum merdiven basamağına beri geri oturtuşunu ve yüzümün önüne gelen saçları kenara çekişini sadece ölü gözlerimle gördüm. Hissedemedim. Fakat bedenime dokunan eller, beklediğimin aksine soğuk değillerdi. Taş kadar sert değillerdi. Ve en önemlisi, ikizime ait değillerdi.

MARBLE / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin