Takip

8.6K 380 43
                                    

      Bebeği kucağında sarsmadan götürmeye çalışıyordu. Hem hızlı hem de bir o kadar sessiz olmak zorundaydı, Clara. Hiç ummadıkları bir yerden gelmişti ihanet. Hem de hiç. Tek umutları bu küçücük bebekti. Tabi kaçırmayı başarabilirse.

     İlk havayı soluduğunda genzinin yandığını hissetti. Ama bu bildiği bir şeydi. Buraya her gelen peri havasına ancak birkaç günde alışabilirdi. Clara o kadar kalmayacaktı. Bebeği güvenli bir yere bırakıp, hemen geri dönmeli ve savaşmalıydı.

    Çok geçmeden kapıldığı hisle durdu. Arkasına baktığında yanılmadığını anladı. Takip ediliyordu. "Ama buraya gelemezlerdi ki?" diye düşündü. Sonra yine o acı ihaneti hatırladı. Bunu da o sağlamıştı. Başka yapacak bir şey yoktu.

     Peşinden gelen iblislerden kaçmayacak ama onu, tek umutlarını kaçıracaktı. Önce boynundan tılsımlı kolyeyi çıkardı. Yuvarlak, ortasında kıpkırmızı taş olan koruyucu bir tılsımdı.

   Bebeğin boynundan çıkmaması için özel bir büyüyle büyüledi. İblisler çok yaklaşmıştı. Arka sokaklardan birine kaçtı. Tam köşede kucağında bebekle sıkıştırdılar.

    "Prensesi bize teslim et Clara." dedi iblislerden biri.

     "O bana Kraliçe'nin emaneti. Onu size vermeyeceğim."

     "Biz alırız." Diğer iblis bir adım öne çıktı.

     "Gelin de alın bakalım." diye meydan okudu Clara.

    İki iblis de yavaş ama tehditkar adımlarla ona yaklaştılar. Clara kararını verdi. Bu en güvenli çözümdü. Belki kendi de nerede olduğunu bilmezse, prenses daha güvende olurdu.

    Bebeği bir anda havaya fırlatıp, rüzgarla kocaman bir portal açtı. Bebek portalın içine girip, hızlıca gözden kayboldu. Artık bebek için güvenli yere hava elementi karar verecekti.

          ☄

        Brooklyn.

     Kendini zar zor dışarıya attı David. Bütün hayatı alt üst olmuştu. Oğlu, gelini ve daha on günlük torunu, bugün ellerinden kayıp gitmişti. Onu ziyarete geliyorlardı. Paul, ona kızı Soraya'yı getiriyordu. Yıllar süren küslük bitsin diye.

     Ama olmamıştı. Ana yolda bir kamyonetle kafa kafaya çarpışmıştı Paul. Darla her zamanki gibi bebeğini bebek koltuğuna oturtmuş ama ağlayınca yanına almıştı. Kaza öyle hızlı olmuştu ki, üçü de olay yerinde ölmüştü.

     David şimdi de olanları duyunca kalp krizi geçiren karısının ameliyattan çıkmasını beklerken kötü hissetmiş ve hava almak için dışarı çıkmıştı. Bir mucize istiyordu. Küçücük bir mucize.

     Birden gökyüzünde alçak bir rüzgar, daire çiziyordu. David geri çekilip rüzgara baktı. Hortum değildi. Ama daha önce bu şekilde bir rüzgar oluşumu hiç görmemişti. Rüzgar çemberi yavaşça aşağı inince geri çekildi. Şimdi rüzgarın savurduğu tozdan gözünü korumak için kolunu siper ediyordu.

     Rüzgar bir anda durdu. Kolunu indirdiğinde yerde, tuhaf bir kumaş gördü. Sadece baktı. Kumaş hareket etti. David bir an olan acısı yüzünden halüsinasyon gördüğünü sandı. Yavaşça kumaşa yaklaştı. Kumaş rüzgar yüzünden açılınca içindeki simsiyah saçlı, beyaz tenli minik bebeği gördü.

     Gözlerine inanamadı önce. Yavaşça bebeği kucağına alınca, bebek gözlerini açtı ve David ikinci bir şaşkınlık yaşadı. Bebeğin gözleri, öyle değişik bir yeşildi ki, hiçbir benzetme anlatamazdı. Daha yeni doğmuş olduğu o kadar belliydi ki. "Acaba istediğim mucize bu mu?" diye sordu kendine.

   Bebeği yanına alıp hastaneye girdi. Ameliyathanenin önüne gelmeden önce kazadan sonra ona teslim edilen eşyaların içinden Soraya'nın çantasını bulup üzerine onun kıyafetlerini giydirdi. Altına bez bağlarken bir an ona baktı ve sanki ona gülümsüyor gibi geldi. David'in yüzü güldü ve o anda karar verdi, o onun gerçekten istediği mucizeydi. Mary de onu bırakacaktı bunu biliyordu, ama o bu bebeği bırakmayacaktı.

YERALTI KRALLIĞIWhere stories live. Discover now