İblisler

2.2K 186 4
                                    

    Havanın kokusu, içtiği suyun tadı, hatta insanlar bile tuhaf geliyordu. Orada toplasan on gün bile kalmamıştı ama yine de burası ona artık yabancıydı. Buraya ait hissetmiyordu. Bu his yeni değildi, daha önceleri, yeraltı krallığına gitmeden önceki zamanlarda da vardı bu his ama şimdi çok yoğundu.

   Komik geldi bir an için ve güldü. Daha geleli bir gün olmuştu ama aklından geçenler bunlardı işte. O gece tek bir saniyeyi uyumadan geçirdi Soraya. Sabah erkenden çıktı evden. Kahvaltıyı o günkü gibi tatlı bir çörek ve kahve alarak yaptı. Tadı asla yerin altındaki gibi değildi. Tatlı ama bir o kadarda yavan çöreği masaya attı.

    Arkasına uzanıp uzak kaldığı telefonunu kurcaladı. Her şey bıraktığı gibiydi. Sanki yerin üstünde zaman durmuştu. Öyle değildi tabi ki. Yerin üstü ile altı arasında gece gündüzden başka fark yoktu. Büyülü dünyaları hariç. Günler onun gittiğinden beri geçmişti. Sadece Soraya'nın hayatı hep böyleydi. Sıradan, dünün aynı.

    Kitapçı dükkanına gelen kimse olmamıştı. Havanın kararmasını beklemeye gerek görmedi. Dükkanın kapısını kilitleyip yola çıktı. Durağa kadar yürürken o gün ki gibi bir his doldu yine içine. Arkasına baktı ama kimse yoktu.

   Otobüsten bir durak önce indi. Biraz yürümek istiyordu. Hava griye dönmüştü. Yine aynı şeyi hissetti. Arkasını yine döndü. Çantasını yere attı öfkeyle.

    "Hadi ama Christian. Yine mi?!" diye bağırdı.

   Kaykayıyla geçen bir çocuk durup ona baktı.

    "Bana mı dediniz?"

   "Hayır." deyip gülümsedi. Çocuk etrafa bakınıp omuz silkti.

    Harika. Deli gibi görünüyorum, diye düşünüp çantasını yerden almak için eğildi. Gözlerinin önüne iğrenç kırmızı renkli, sanki dışı kabuk tutmuş gibi görünen uzun, kirli tırnakları olan iki ayak belirdi. Yavaşça kafasını kaldırdığında yalnızca pantolon diye kullanılan bir parça bez olan, üst kısmı çıplak ve ayakları gibi kurumuş siyah parça parça derili bedeni gördü. Daha fazla yukarı bakmaya zorladı kendini. Bu kez gördüğü şeyle çığlık atıp geri çekildi. Daha doğrusu düştü ve geri geri sürünmeye başladı.

   Kafası vücudu kadar iğrenç, dişleri siyahtan daha siyah, boynuzları olan, gözleri kıpkırmızı iğrenç yüzlü bir yaratıktı karşısındaki. Ondan kaçarken onun arkasında bir tane daha olduğunu gördü. Az önceki kaykaylı çocuk tekrar oradan geçip ona garip garip baktı. Onu görmüyor, dedi içinden.

   "Sen... sen nesin?" dese de ne olduğunu biliyordu. Bu kesinlikle Christian'ın oyunu olamazdı. Bu gördüğü şey, şeyler iblislerdi.

    Yaratık elini uzattı. "Kalk Prenses."

   Ses kulağını tırmaladı. Bu elin iyi niyet eli olmadığını anlamak için doğaüstü bir yeteneğinin olmasına gerek yoktu. Etrafına baktı. Onları görmüyor olmaları, zarar görmeyecekleri anlamına gelmiyordu. Uzattığı ele doğru elini uzattı ama tutmak için değildi. Yumruk yapıp onlardan kaçtı. Geldiği yeri görebilmek için etrafına baktı. Boş bir alandı ama karanlıktı. Ayağının altında her bastığında çatırdayan çalıların sesini duyuyordu.

     Başka bir ses var mı diye dikkat kesildi ama kendi kalp atışından, nefesinden başka ses duymuyordu. Kafasının içinde bir ses dolandı. Dinle...

    Gözlerini kapatmasına gerek yoktu. Zaten her yer zifiri karanlıktı. Ay bile geceyi aydınlatmıyordu. Ne zaman bu kadar karardı hava? diye düşündü Soraya. Korkusunu bastırdı, tamamen etrafındaki seslere odaklandı. Rüzgar tenini yalayıp geçti. Yaprak hışırtıları duydu, sonra bir koku, kötü bir koku burnuna doldu. Nefesini verdi ve başka bir nefes ensesindeki tüyleri diken diken etti.

YERALTI KRALLIĞITempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang