Kızıl Ejderha

1.8K 143 2
                                    

     Burnundan dumanlar çıkaran kızıl ejderha, Richard'ın burnunun dibindeydi. Richard şaşkınlıktan dönüşmeyi bile düşünemedi. Perilerden bile ses çıkmıyordu çünkü onun kim olduğunu anlamamışlardı. Bir kişi dışında. Vanessa düştüğü yerden kalkıp geri çekildi.

    "Hepiniz geri çekilin!" diye bağırdı.

   Richard'ın kulağına bu ses garip geldi. Bir şey yapması gerektiğini biliyordu ama az önce yapılan saldırı ve şimdi de burnunun dibindeki kızıl ejderha yüzünden kafasını toplayamıyordu. Kızıl ejderha geri çekilince formunu kullanmayı akıl etti. Soraya'yı yendiği gibi onu da yenebilirdi. Ellerini açtığı anda kolunun biri ejderhanın dişlerinin arasındaki yerini aldı.

     Acıyla feryat ederken ikinci kolu da aynı sonu yaşadı. Richard daha önce böyle bir acı yaşadığını hiç sanmıyordu. Daha acının şokunu atamadan ejderha onu pençelerine aldı. Göğe doğru yükselirken hala onu bu hale sokanın kim olduğunu merak ediyordu. Ne var ki bunu öğrenecek kadar yaşamayacağını, ejderha onu en yüksekte pençesinden bıraktığında anladı. Düşüyordu hem de hızla. Düşüşün bitmesi için gözlerini kapattığı sırada ejderha ağzından alevler çıkararak Richard'ı yaktı.

     Richard'ın yanmış gövdesi yere düştüğünde periler boş, tepkisiz gözlerle baktılar. Kızıl ejderha yere inip eski haline dönünce yüzlerindeki boş ifade şaşkınlığa dönüştü. Christian dizleri ve elleri üzerinde bitkin şekilde duruyordu.

      "Nasıl?" dedi biri.

      "Sen anka kuşuydun." dedi bir diğeri.

     Vanessa şaşkın sesler çıkaran kalabalığın arasından geçip Christian'a sarıldı. Gözyaşları Christian'ın çıplak omuzuna düştü.

     "Soraya." dedi. "Seni yaraladığı gün yaptı bunu." Sarılmayı bırakıp yüzüne baktı. "O yara değildi. Senin için bir hediyeydi. Ölmeden..."

      "Hayır." diye hırladı Christian. Sallanarak ayağa kalktı. "Herkes toplansın. Vahşi Koru, Güneş Tepesi, Canlı Orman, Eski Su, Toprak ve Hava Krallıklarının koruları aranacak. Prensesinizi bulun. Artık gücünüz sizinle."

     Hepsi hafifçe başını salladı. Herkes formlarına bürünüp uçarak, koşarak ve buharlaşarak dört bir yana dağıldı. Hava aydınlanmaya, güneş Yeraltı Krallığı'nda doğana kadar arayışlar sürdü. Kimse ne bulacağını bilmiyordu. Yaralı bir ejderha mı? Yoksa ölü bir prenses mi?

    Christian canlı ormanı üçüncü kez aradı ama hiçbir şey yoktu. Soraya yok olmuş olamazdı ya. Bir iz olmalıydı. Christian hayat ağacının yanına gelip elini dayadı. Hayat ağacındaki ıslaklığı fark edince elini kaldırdı. Ağacın neden suyunu verdiğini anlayamadı.

     "Christian." diye bağıran Diego'yu duydu.

      Hayat ağacının arkasına koşup sık ağaçlara doğru ilerledi ve sesin buradaki derin çukurdan geldiğini gördü. Diego ve yanına aldığı birkaç peri çukurun başında ondan gözlerini kaçırarak bakıyorlardı. Christian çukura doğru yaklaşırken göreceği şeyden korktu.

    Çukura baktığında, siyah kıyafetler içinde, açıkta kalan teni kan olan, kolunun ve boynunun duruş şekli garip olan Soraya'yı gördü. Hiç düşünmeden çukura atlamaya çalıştı ama onu Diego tuttu.

     "Christian." dedi belinden yakalayıp. "Cehennem çukuru." dedi. "Soraya oraya düştüğünde ölüymüş. Yoksa alevler onu sarardı." dedi.

    Christian ellerini itti Diego'nun. "Ölmüş olsa bile onu bırakamam."

     "Oradan nasıl çıkaracaksın ki?" diye bastırdı Diego.

     Christian ona bakmadan başını eğip gözlerini kapattı ve ellerini açtı. Kolları alev kızılı tüylerle kaplanıp kanatlara dönerken başı da uzun sivri alev kırmızısı tüylere ve gagaya dönüştü. Anka kuşu derin cehennem çukuruna hızla iniş yapıp, kemikleri kırılmış ve ağır yaralanmış Soraya'yı yakaladı. Cehennem çukuru lavını tükürürken Diego su ile sarmalayıp Christian'ın kollarından aldı. Anka kuşunun külleri her yere savruldu.

YERALTI KRALLIĞIWhere stories live. Discover now