BÖLÜM 27: KAN KOKUSU

14.8K 657 27
                                    

Pencere kenarındaki, solmuş mor menekşelerin gölgesi yüzüme vururken; uyanma vaktinin geldiğini anlamıştım. Elimi, davetsizce içeri süzülen güneş ışığına siper ederek, ışığın ve  ısının aynı anda tenime nüfuz etmesine izin verdim. Dudaklarım istemsizce yukarıya kıvrılırken, tek gözümü açarak odaya yayılan bahar  şölenine baktım. Odamı neredeyse ilk kez bu kadar aydınlık görüyordum ya da kalbimin vücuduma yaptığı baskıyla içimde yükselen ateş, bana böyle hissettiriyordu. Zorla da olsa dağınık yatakta doğrulurken, elimle destek aldım. Gözlerimi nihayet tam anlamıyla açtığımda, dün yaşadıklarımı hatırlayarak başımı öne eğdim. 

Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kestiremiyordum ve bunun beni daha büyük yanlışlara sürükleyeceğini düşündüm. İyi başlayıp, kötü devam eden bir gün daha. Ellerimle yüzümü kapatarak, içimde kendime karşı yükselen öfke dalgasına son vermeye çalıştım. Naz'a hala ihanet etmiyordum. 

"En azından şimdilik." diye çıkışan iç sesime karşılık vermedim. Böyle zamanlarda hep o galip gelirdi. Telefonumdan yükselen bildirim sesiyle irkilerek, elime aldım. Gelen kutusundaki açılmamış mesaj, ismini söylemeyen gizemliden geliyordu.

Tereddüt ettikten sonra okumaya karar verdim. Buna bir son vermem lazımdı. Belki Haydut'la yarım kalan işime devam etmem.

"Benimle bir kereye mahsus buluş ve senden saklanan tüm gerçekleri sana göstereyim."        

İstemsizce asılan suratımla kalakalmıştım. Elimdeki telefonu, komodine tekrar koyarak aşağıya indim. Evde hakim olan sessizlik, Naz'ın evde olmadığını gösteriyordu ve bu da demek oluyordu ki  yine tek başıma kahvaltı edecektim. Boş tezgahtaki kahve makinesine uzanacakken çalan kapıya doğru kısa bir bakış attım. Sıcacık poğaçalarla gelen bir kuzen değilse, açmanın anlamı yoktu. Kendi kendime kıkırdayarak kapıya yaklaştım. Sıcak poğaçaları bilmiştim ama gelen Naz değil, Rüzgar'dı. Yüzündeki solmak bilmeyen gülümsemesi ve her zamanki sadeliğiyle karşımda duruyordu. Burnuma gelen traş losyonu kokusunu iyice içime çekerek, gözlerimi kapattım. Sırıttığını hayal edebiliyordum. Gözlerimi tekrar açtığımda tam tahmin ettiğim manzarayla karşılaştım. Dişlerini göstererek, içinden geldiği gibi gülüyordu ve gözlerinin içi parlıyordu. İçeriye geçmesini söyleyerek, onu takip ettim.

"Uzun zamandır ortalıkta görünmüyorsun, seni gerçekten özledim." 

Erken gelen itirafı karşısında şaşırmıştım. Mahçuplukla gülümseyerek, masaya fazladan bir kupa koydum.

"Haklısın. Bugünlerde biraz yoğunum."

"Yorgun olmalısın."

Mor göz altlarım ve solgun cildimle öyle görünüyordum  tabii. Günlerdir yüzümde yer edinmişlerdi ve gitmeye niyetleri yoktu.

"Öyleyim." diyebildim önümdeki bardağı incelerken.

"İşte tam burada devreye ben giriyorum."

Sesinden yükselen ferah ve enerjik havayla omuzlarımı hızla dikleştirdim. Gülümseyerek, soru sorarcasına başımı salladım. Elini, masadaki koluma koyarak devam etti. Her harfi enerji ve mutlulukla söylüyordu. Ağzından çıkan her cümle beni yeniliyordu sanki.

"Bugününü bana ayırıyorsun ve ben de sana bütün gününü güzel geçirme fırsatı sunuyorum."

"Okula gitmeyi istiyordum aslında. Biliyorsun son günlerde devamsızlığımı fazla zorladım."

SİYAHWhere stories live. Discover now