BÖLÜM 17: AYAĞA KALKMA ZAMANI

19.9K 792 26
                                    

Uyandığımda başım çatlayacak kadar ağrıyordu ve salondaki üçlü koltukta yatıyordum. Telefona baktığımda, öğlen olduğunu farkettim. Nasıl bu kadar çok uyuyabilmiştim ki?  Mutfağa geçip, kendime kahve yapmaya koyuldum. Dün olanların hepsini ayrıntısıyla hatırlıyordum ve bu canımı çok sıkıyordu. Keşke hatırlamasaydım, diye düşündüm. Filmlerde sarhoş olanlar ertesi gün hiçbir şey hatırlamazken, ben neden aptal her ayrıntıyı hatırlıyordum ki? Avuç  içlerimde sıkıca tuttuğum kupanın  ağzında parmaklarımı gezdiriyordum. Okula bu halde gidemezdim, zaten oldukça geç kalmıştım. Yukarı kata seslendiğimde Naz'dan bir cevap gelmedi. Demek ki, o okula gitmişti. Yüzümü buruşturararak banyoya doğru yürüdüm. Sıcak bir duş aldıktan sonra, en sevdiğim filmi izleyecek ve bugün yaşadıklarımı unutacaktım. Tabii, böyle bir şey mümkünse.

-

Ertesi gün erkenden kalkıp, kahvaltıyı hazırlamaya koyuldum. Kaç gündür boğazımdan doğru düzgün bir şey geçmiyordu ve gözlerimin altındaki morluklar belirginleşmişti. Aynadaki yansımama bakarken gözüm, yanağımdaki küçük beyaz ize takıldı. Tırnak iziydi. Ormanda karşıma çıkan o adamın tokadıyla olmuştu.  İster istemez çatılan kaşlarımla, tekrar o ana dönmüştüm. Derin olmasaydı belki çok daha kötü şeyler olurdu. Ona borçlu olmaktan nefret ediyordum  ama öyleydim. 

"Hiç sırası değil"   bakışımı attıktan sonra açık bıraktığım uzun saçlarımı kontrol ettikten sonra aşağıya, mutfağa indim.  Naz, koridordaki büyük boy aynasında kırmızı rujunu tazeliyordu. 

"Günaydın." dedim ama cevap vermedi.

"İyi görünüyorsun." dedi imalı bir şekilde.

"Gerçekten öyle misin?"

Anlayamamıştım.

"Ne söylemek istiyorsun?"

Tek kaşını kaldırdı ve ruj sürmeyi bir anlığına bırakarak bana döndü. Sesindeki mesafe canımı sıkmıştı.

"Bana doğruyu söyle Dünya. Derin'den hoşlanıyor musun?"

Ne?! Ben mi?! O aptaldan! Hıh! Niye hoşlanacakmışım canım! Ne olmuş yani insanı delip geçen etkileyici bakışları, uzun  boyu ve Yunan mitolojisindeki Tanrı'ları aratmayacak güzelliği var diye, ondan hoşlanmam mı lazım?          

"Hiç işim olmaz canım." dedim yapmacık bir ses tonuyla. 

Son yaşadıklarımızdan sonra onun yüzünü bie görmek istemiyordum ama okula gitmek zorundaydım. Okula gitmek ve güçlü görünmek.

Ayakkabılarımı hızlıca giyip, kendimi verandaya attım ama Naz hemen arkamdan gelmişti. Soru sorar gibi baktı. Geçerli bir açıklamam  yoktu.

"Bugün biraz erken gitmek istiyorum." dedim gülümsemeye çalışarak. Hesap vermek bana göre değildi ama  üstüme gelmesini de istemiyordum.  Kapının hemen yanındaki çantasını alarak, topuklularını giydi. Anlamayarak yüzüne bakmaya devam ettim.

"Ben de geliyorum, bakma öyle."  

Aslında ben herkesten uzak kalmak için tek başıma gitmek istemiştim ama  peki madem.

Artık orman yolunu kullanmıyordum. Daha önceden kullandığım yola girecektim ki, Naz kolumdan tutarak beni toprak yoluna sürükledi. Derin'i görmek için o yoldan gitmek istiyordu. Ben de onu görmemek için o yolu kullanmak istemiyordum. Yüzümü buruşturarak, kolumu kurtarmaya çalıştım ama yapamadım. İçimden Derin'i ve diğerlerini görmemek için  dua ettim ama her zamanki gibi korktuğum başıma gelmişti. Biraz ilerde Derin, Sarp ve Efe birşeyler konuşuyorlar, ellerindeki sigarayla meşgul oluyorlardı. 

Bizi ilk gören, Efe'ydi. Bana hafifçe gülümseyerek  selam verdi. Gülmedim. O da onlardandı. O da ne hissettiğimi umursamıyordu. Sadece Derin'in arkasında gezerek onun dediği  her boku yapıyordu. Gülümsemediğimi görünce gülüşü yarım kaldı. Önüne dönerek birşeyler söyledi. Sonra Sarp ve Derin de arkalarını dönerek bize baktılar. Naz saçlarını arkaya atarak, adımlarını hızlandırdı. Yanlarına giderek, elini Derin'in koluna attı. Yanlarından geçerken, Derin gözlerimin içine baktı  ama hiç tepki vermedim. Ne bok yiyorlarsa yesinler, diye düşündüm. Naz'a  sebebini bilmediğim bir kızgınlık duyuyordum. Belki de, Derin'in onunla ilgilenmesini hazmedemiyordum. 

Kendimi berbat hissettim. Kendi, öz kuzenimi kıskanan, ona kötü gözlerle bakan bir sürtük olma yolundaydım resmen. Onun mutluluğundan mutlu olmam gerekiyordu. Adımlarımı hızlandırarark okula yürümeye devam ettim. Hiçbirine selam vermemiştim. Bunu umursadıklarını sanmıyordum.

Her zamanki yerime oturduğumda, Rüzgar'ın kapının önünde durmuş beni izlediğini farkettim. Kaşının birinin üzerinde kurumuş bir yara kabuğu vardı. Benim yüzümden, herkesin içinde Derin'den dayak yemişti. Elimle yanıma gelmesini istedim. Yanıma oturararak gülümsedi. 

Gözüm , yarasına takılmıştı. Oraya baktığımı görünce, elini bacağımdaki elime atarak anlayışla gülümsedi.

"Birşeyim yok, iyiyim." 

Gülümsedim. Elimin üzerindeki elinden rahatsız oluyordum ama  hiçbir şey yapmadım. 

"Emin misin, yara iyi görünmüyor." 

Parmağımın ucuyla, hafifçe yaraya dokundum. Elimi avuçlarını arasına aldı. 

"İyiyim, gerçekten. Sen nasılsın?" 

Ona yalan söyleme gereği duymadım.

"Pek iyi olduğum söylenemez aslında." diye mırıldandım. Avuçlarının içindeki  parmaklarımı daha çok sıktı.

"İyi ol. Benim için." dedi tüm içtenliğiyle. Beni daha yeni tanıyordu ama iyi olup olmadığımı umursuyordu. Gülümsedim.

"Öyle olacağım." 

İçeriye sert adımlarla giren Derin'i farkettiğimde, Rüzgar'ın ellerindeki elime baktığını gördüm. Diğer elimi de onun elinin üzerine koyarak kocaman gülümsememle Rüzgar'a baktım. Derin'in kendini sıktığı her halinden belli oluyordu. Boynundaki damarların hepsi gerilmişti ve gözlerinden ateş çıkıyordu. 

Arkamdaki sırasına oturararak, kitaplarını sertçe sıraya koydu. Rüzgar onun olduğu taraf hiç bakmıyordu, onu görmemezlikten geliyordu. Elinin üzerindeki elimi, Rüzgar'ın yanağına koydum.

"N'apıyorsun sen gerizekalı!" diyen iç sesimi susturarak okşamaya devam ettim. 

Derin'in öfkeli soluk alışverişleri sınıftaki tek sesti. Gözünü bile kırpmadan bizi izliyordu. Az sonra içeri giren Naz, bana gülümseyerek  Derin'in yanına oturdu. Elini Derin'in bacağına atıp, kantinde yaşadığı kendisine göre(!) komik diyoloğu anlatıyordu. Miğdem bulanıyordu. Bunu kaldırmak benim için gerçekten zordu. 

Belki de artık ben de kendi yoluma bakmalıydım. Derin açık açık Naz'la ilgilendiğini belli etmişti. Ben neden hayatıma hiçbir erkeği alamazdım? 

Sinirle soluyarak Rüzgar'a döndüm. Derin'se hala bizi izliyordu. Çok öfkeliydi.

"Ders başlayana kadar bahçeye çıkalım mı?" diye sordum en  neşeli ses tonumla. Tamam anlamında başını sallayıp ayağa kalktı. Elim hala elindeydi. İlk kez  biri benim elimi tutuyordu ama mutlu değildim. Tutmasını istediğim kişi tutmuyordu. 

Arkamızdan gelen  gürültüye dönüp baktığımızda Derin'in ayağa kalkmış, üzerimize doğru yürüdüğünü gördüm. 

"Yeter artık lan! Yeter söyle artık!" 

Ses tonu hiç hoşuma gitmemişti. Deli gibi sürekli bağırarak aynı cümleyi kuruyordu ve kocaman açtığı gözlerinden çok sinirli olduğu okunuyordu. Yumruk yaptığı eline bakarken, istemsizce Rüzgar'ın önüne geçtim. Ona hayran hayran bakan kız yoktu karşısında. Artık, her aklına eseni yapamazdı.

*Medyadaki, Rüzgar ve Dünya.

SİYAHWhere stories live. Discover now