BÖLÜM 5: SENFONİ

26.8K 1.3K 27
                                    

Miğdemde hissettiğim tuhaf acı, başımın daha çok dönmesine sebep olmuştu. Ayağımın altından kaydığını hissettiğim toprağı parmaklarımın arasından alıyorlardı sanki. Dişlerimin çeneme uyguladığı kuvvet başımdaki ağrıya hiç yardımcı olmuyordu ve gırtlağımdaki el kuvvetini gittikçe arttırıyordu.

Son gördüğüm gözlerin, Derin'inkiler olması fikri bir an zihnimde dolaştı ve bunun hoşuma gitmesi kaşlarımı daha çok çatmama sebep oldu. Gırtlağımdaki el artık daha sıkı sıkıyordu. Karşımda kara, sıska, ipliksi bir düşman hayal ettim. Boğazımdaki eline elimi götürdüğümde yapacağım hiçbir şeyin bunu engelleyemeyeceğini düşündüm. Göğüs kafesim artık tamamen havasızdı ve kafamın arkasında oluşan sinsi ağrı bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. 

Pek çok şey yolunda gitmiyordu. Başımın arkasındaki ağrı gittikçe kuvvetini arttırıyoru. Miğdem fena halde bulanıyordu ve ayağımı nereye koysam sanki her seferinde boşluğa denk geliyordu. Titreyen bacaklarımın, vücudumu bu kadar uzun süre taşıyabilmesine şaşırmıştım. Böyle zamanlarda ilk pes eden hep o oluyordu çünkü. 

Gözlerimi kapatıp kendimi boşluğa teslim etmek istedim. Sadecebütün bu ağrıların durmasını istiyordum. Her şeyin bitmesini. Bedenim, ruhumun aksine hassastı. Ruhuö hiç kaldıramam dediğim savaşlardan hep galip çıkmışken, bedenim ufak bir soğuk algınlığında bile yataklara hapsediyordu beni günlerce. 

Sesim çıkmadığı için sadece dudaklarımı oynatabildim ama ne söylediğimi ben de bilmiyordum. Belimi kavrayan güçlü, sert bir ele kadar havada asılı olduğumu düşündüm. Kukla. İpleri yukarıdan sarkıtılmış bir kuklaydım sanki. Ruhu olan bir bez parçası. 

El belimi kabaca kendine çekerken, bedenimin başka bir bedene yaslandığını hissettim. Boşlukta kalan elimi yukarıya, boynuna yerleştirirken ayık kalan bir tarafımın hala yaşamak istediğini farkettim. Hala bir şeylere tutunmak istiyor ve umut etmeye çalışıyordum. Elimde kalan son şey oymuş gibi tutundum Derin'in boynuna. O çoktan diğer eliyle kolumu kavramıştı. Parmaklarının uçlarının canımı çok acıttığını söylemek istedim ama söyleyemedim. Gözlerimi tekrar açtığımda sırtım sert, küçük parçalar hissediyordu. Yerdeki çakılların birkaçını avucuma alarak sakladım. Az önce düşmek üzere oduğum boşluk fazla gelmişti bana sanki. Ellerimin boş kalmasını istemiyordum. 

Derin'in sadece sesini duyuyordum ama kendisini göremiyordum. Sesi de çok uzaktan geliyor gibiydi. Kulaklarımdaki uğultu yerini ssessizliğe bıraksın istedim. Sağ başucumda oturanın Efe olduğunu gördüğümde şaşırmadım. Sarp ayakta dikiliyor ve boş gözlerle, zor açık tuttuğum gözlerime bakıyordu. Gözlerinde sönmeyen, patlamak isteyen bir volkan vardı sanki.

"İyi görünmüyor, onu burdan götürmeliyiz." dedi Derin. Yapabilseydim onu onaylardım.

"Arabaya kadar ben taşırım. Efe sen anahtarları al ve kapıyı aç." Sesi emretmeye alışık olduğunu bağırıyordu adeta. Dudaklarının şu an aldığı şekli hayal etmeye çalıştım. Sonra sırtımın yavaşça zeminden ayrıldığını hissettim. Başımı, Derin'in göğsüne yaslamıştım. Gerçekten rahattı. Nefes alabilseydim bu ana daha çok sevineceğimden emindim. 

-

Gözlerimi açtığımda gözüme çarpan ilk şey, serum takılı kolumdaki yerli yersiz dağılmış morluklardı. Kısa kollu hastane giysisinin kapatamadığı morluklar beyaz tenimde apaçık ortadaydı. Burun deliklerimden geçirdikleri küçük tüplü hortum rahatsız ediyordu ama görmemezlikten geldim. Ciğerlerim hala nefes alabildiğim için mutlulardı. Ben de öyle. 

Beyaz yatağın hemen kenarındaki küçük koltukta Derin oturuyordu. Gözlerini bir saniye olsun kırpmıyordu ve kahverengilerin yanındaki siyahlar hiç yok gibiydi. Karşısında düşmanı varmış gibi bakmasına alıştığım için, bu bakışlar bana cennetteymişim gibi hissettiriyordu. 

Derin, baş döndürecek kadar güzeldi. Sert, katı simasının yanında büyük gözleri baktığım ilk andan itibaren parmak uçlarıma kadar uyuşmama sebep olmuştu. Saçlarının kokusu burnuma geliyordu ve ben bu kokuyu içime çekebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyordum. 

Geniş, temiz görünen, beyaz tonların ağılıklı olduğu odada Derin ve ben yalnızdık. Başını biraz eğerek, boynunu ortaya çıkardı. O an avuç içlerimin yandığını hissettim. Endişeli gözlerle beni izliyordu. Gözlerinde endişe vardı ama karanlığı hala çekilmemişti. Yıllardır ordaydı sanki. 

"İyi hissediyor musun?"

İyi hissetmiyordum.

"Evet."

"Orada.." kaşlarını çatarak, hatırlamak istemediği bir olayı hatırlamaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. "Orada sana olan neydi? Nefes alamıyordun. Gerçekten hiç nefes alamıyordun."

Hastalığım bahsetmek istediğim en son şeydi. En son şeye gelmiştim galiba.

"Önemli bir şey değil. Astım temelli bir hastalık. Küçüklükten."

Yüzünü buruşturdu.

"Nasıl bir hastalık bu böyle?"

"Ağladığımda, hızlı koştuğumda ya da çok sinirlendiğimde; kısaca kalbimin normalden hızlı attığı her anda nefes almam zorlaşıyor ve ilacımı almam gerekiyor."

Bir kaç saniye duraksadıktan sonra tek kaşın kaldırarak sordu.

"İlacını almazsan?"

"Nefes alamamaya devam ederim ve sonunu biliyoruz galiba."

Hiçbir şey söylemiyor, yere bakıyordu. Sık sık yaptığı belliydi ama bana nedense çok hüzünlü geliyordu.

"Uçurumdan düşeceğimi sandığım için heyecanlandım. Buyüzden oldu."

Derin'in o kayadan kalkar kalkmaz, tam karşımda olması kalbimi ilk hızlı attıran şeydi. Uçurum da üstüne tuz biber olmuştu ama onun bunu bilmesi gerekmiyordu tabii.

Yeni çıkan sakallarını kaşıyarak, kolumdaki morluklara göz gezdirdi. Dudakları yine ip gibiydi ama gözleri kesinlikle aynı bakmıyordu. Gözlerini tekrar gözlerime sabitleyerek konuştu.

"İlaçlarını yanına almalısın. Seni uçuruma düşmeden tutabilirim ama nefes alıp vermeni sağlayamam." 

Güzel dudaklarından dökülen bu sözler, kulağıma senfoni gibi gelmişti.

Dünya'nın en güzel senfonisi.

SİYAHWhere stories live. Discover now