BÖLÜM 4: EFSANE

29.8K 1.2K 56
                                    

Adımlarıma biraz daha hız vererek onlara yetişmeye çalıştım. Benden çok daha uzun bacakları vardı ve onlar kadar hızlı yürümeme imkan yoktu sanki. Ellerimi cebime sokarak etrafa bakmaya başladım. Nu falez, bu bölgenin en yüksek noktasıydı ve şehir hakkındaki tüm efsaneler bu falezde geçiyordu. 

Uç noktaya doğru yaklaştıkça alan daralıyordu ve en uçta hiç de sağlam görünmeyen, eski bir bank bana bir kez daha selam veriyordu. Buraya ilk gelişimi hatırlayıp gülümsedim. İlk kez annemle gelmiş, yükseklikten çok korktuğum için banka oturamadan geri inmiştik. Halbuki olay buydu. Biraz uzaktaki merkezin tüm ışıkları, orman, lekesiz  bulutlar, nefes kesici bir şekilde ayaklarınızın altına serilioyrdu burda. O banka oturup, saatlerce zehirinizi gökyüzüne akıtabilir ve tamamen yüksüz bir şekilde buradan gidebilirdiniz. Dudaklarımı daha fazla genişleterek gülümsedim. Buraya ilk geldiğimde çocuk aklımla öldüğümü sanmış, bu kadar yüksek bir yerin ancak ölünce görülebileceğini düşünmüştüm. Ellerim terden yapış yapış olana kadar annemin elini bırakmadığım ve düşme ihitmalime karşı ayakkabılarımı yere sürte sürte yürüdüğüm gözümün önüne gelmişti. Şiddetli rüzgar yüzlerimizi bir kez daha yalarken, erkeklerin en az benim kadar soğuğa dayanıklı olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Onların daha sıcak bir yerden geldiğinden emindim. Kaslı kollarındaki hafif bronzluk bunu gösteriyordu. 

Neredeyse yüz yıllıkmış gibi duran bankın yanına geldiğimizde artık falezin en ucundaydık. İki adım daha atsak sonsuz boşluk bizi yakalayacaktı ve bu kalbimin daha hızlı atmasını sağladı. 

"Büyüleyici." diye fısıldadı Sarp. Efe'ye bakarak söylemişti ama Efe ona kelimeler yerine açık kalan ağzıyla cevap verdi.

Konuşmayan sadece Derin'di. Hiç tepki vermeden bankın hemen yanındaki büyük kayaya oturmuş, sabit bir noktaya bakıyordu. Kulaklarım rüzgarın sesine alışmaya çalışıyordu ama bu kolay olmayacaktı. Bir anlığına ellerimle kulaklarımı kapatarak, rüzgarı sadece tenimde hissettim. Bu özgürlük gibi hissettiriyordu. Orda öylece durup, bulutlara bu kadar yakın olmak kesinlikle özgürlük gibiydi. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Uzun zamandır bu kadar iyi hissetmemiştim. Gözlerimi istemeyerek  de olsa tekrar açtığımda Derin'i yüzümü incelerken yakaladım. Gözlerimi gözlerini değdirir değdirirmez kaçırarak, baktığı noktaya tekrar döndü.

Arkamı dönüp banka oturdum. Ben daha kıçımı yerleştirmeden sallanmıştı. Hiç sağlam olmadığı her halinden belli oluyordu ama yine de endişelenecek bir şey olmadığını düşünmeye çalıştım. Sarp ve Efe de benimle birlikte banka oturmuşlar karşımızda bize göz kırpan manzarayı izliyorlardı. Tarif edilemez bir şekilde soğukluğu hissettim. Tüm damarlarımda. İliklerime kadar. Gözbebeklerimi yakan kuru soğuğu. Sebebi, hava değildi.

Sarp, uzun süredir etkisinde kaldığı bir rüyadan sıçramış gibi abiden bana dönerek gözlerimin tam içine baktı. Sesinde yine o anlayamadığım imadan vardı ve gerçekten kupkuru bakıyordu. 

"Dikkaya Falezi denilince akla ilk olarak şehir efsaneleri gelirmiş, öyle mi Dünya?" 

Bakışlarından kurtularak sis öbeğine baktım. Tüm dağın önündeydi ve bir kaç bulutu da kapatıyordu.

"Öyle." diyebildim sadece. 

"İnanıyor musun?" 

"Pek sayılmaz. Bilirsiniz, pek de imkanı olmayan şeyler." dedim kendimden emin. Annemin anlattığı bütün efsaneler birden zihnimden şerit şeklinde geçti. 

"En bilineni." dedi Efe. "Bize en bilineni anlat." 

Boğazımı temizlerken Derin'e baktım. Sanki burda yok gibiydi. Gördüğü her şeyi zihnine kazımak ister gibi, açlıkla izliyordu bulutları. Gözlerinin parlaklığında garip bir karanlık vardı. Başımı tekrar boşluğa çevirerek, en bilinen efsaneyi anlatmaya başladım. Sesimde hiç acele yoktu, halbuki arabadan iner inmez; işimizi bir an önce bitirip döneriz umarım, diye düşünüyordum. Şimdiyse Derin'le burada düzensizce asılı duran bulutları izleme fikri içimi az da olsa ısıtmıştı. 

SİYAHWhere stories live. Discover now