BÖLÜM 33: SAF ÖFKE

11.7K 615 15
                                    

  İnsanın canını en çok sevdiğinin acıtabilmesi, o kişinin sizin kalbinizin her köşesini çok iyi bilmesinden kaynaklanır.

  Naz benim bütün tozlu köşelerimi biliyordu. Kalemin anahtarı ondaydı. Güven, bir kez sarsıldığında yerle bir olan evdi ve ben şimdi o evin yıkılışını izliyordum. Altında kaldığımı henüz idrak edemeden. Kulaklarım bir şeyler duyuyordu ama beynim sözcüklerin karşılığını sunmuyordu bana. Bense sadece çelişiyordum, karışıyordum, debeleniyordum şimdi o boşlukta. Tek istediğim buna artık bir son verilmesiydi. Ellerimin arasına aldığım başımı hızla yerden kaldırıp, doğruca Naz'a çevirdim. Yüzündeki gülümseme tanıdıktı bana. Çok tanıdık. İçimde bir şeylerin kıpırdandığını hissettim. Derin'i Rüzgar'la kıskandırmaya çalıştığımda ve bunu başardığımda benim de yüzümde bu zafer gülümsemesinden vardı. Aklımdaki görüntüyü uzaklara atıp, şu ana odaklanmaya çalıştım. İçinde bulunduğum şey de neydi böyle? Gözlerimi Naz'ın dudaklarına kitleyip, ağzından çıkacak iki üç kelimeyi beklemeye başladım. Bir kaç dakikalık gövde gösterisinden sonra, tam karşıma dikilip, kollarını göğsünde birleştirdi. Gözlerindeki hareler bile yanıyordu. Nefretini ilk kez hissediyordum ve tüm kalbim acıyla doluydu. 

  Sanki bir uyanış gibi. Sanki bütün bunlar hep varmış, gözlerim hep körmüş gibi. Saf öfke sanki her zaman onunlaymış gibi. Biriken yaşların akmaması için gözlerimi kapatmamaya gayret ediyordum. Tam karşımda sıcaklığını hissettiğim beden, bana nasıl bu kadar uzak olabilirdi? Gözlerindeki kin uzun zamandır orada mıydı? Kendimi sorgulamaya başladım. Uzun zamandır ilk kez yaptım bunu. Beraber geçirdiğimiz her an, gülüşlerimizin birbirine karıştığı her hatırayı yokladım uzunca. Tek bir iz bile yoktu. Beni yarı yolda bıraktığına dair tek bir iz bulamamıştım. Bir anda patlak veren umudum, gözlerimde yerini almış olmalıydı. Düşündüğüm şeylerin saçmalığına daha sonra çok gülecektim. Dudaklarımı birbirinden güçlükle ayırarak, gücümü toparlamaya çalıştım.  

  "Çok uzadı bu iş. Gitmeliyiz." Ona doğru uzattığım elime kısa bir bakış attıktan sonra, gözleri tekrar benimkilerle buluştu. "Haklısın, çok uzadı." dedi bizi izleyen adama doğru yürürken. Başımla onu izleyerek ben de arkama döndüm. Naz, Demir'in hemen yanında durmuş, göğsünde birleştirdiği ellerini şimdi iki yanında serbest bırakmıştı. Aklımdaki bütün soru işaretlerine sıkı bir  darbe indirdim zihnimde. Neler düşünüyordum böyle? Nasıl düşünebilirdim? Kardeşim yerine koyduğum insan vardı karşımda. Belki eskisi gibi bakmıyordu yüzüme ama Naz'dı bu. Aklından neler geçtiğini asla bilemezdiniz. Hem saatlerdir bu tanımadığı adamın yanındaydı. Soğuk olması, aklının karışması normal değildi de neydi? Gülümsemeleri için dudaklarımı zorlarken, Demir aynı sert ifadesiyle her hareketimi izliyordu. Sanki, güzel bir filmin hiçbir karesini kaçırmak istemiyordu. Bu fikri sevmemiştim. Gözlerinin bedenimde dolaşmasından hiç hoşlanmıyordum.

  "Gerçek bir aptalsın." derken gülüşü bütün evde yankılanıyordu Demir'in. Ellerini kır saçlarından geçirirken, bir adım daha ilerledi bana doğru. İster istemez ben de bir adım geriye gitmiştim. Naz hala sessizdi. Neden sessizdi, neden o adamın arkasında duruyordu bilmiyordum ama olanlar midemi bulandırıyordu. Gözlerimi Demir'i umursamadan Naz'a diktim. Gözlerini gözlerime dikmişti ama gözleri istediğim gibi bakmıyordu. Bu pislik adam ona hayatının en zor gününü yaşatmış olmalıydı. Kalbimin biraz daha ağırlaştığını hissettim. Elimi bir kere daha ona uzatırken, gülümsemeye çalıştım. 

"Hadi Naz, gidiyoruz buradan. Bu pisliği bir daha ikimiz de görmeyeceğiz." Demir bir kez daha kahkaha atarak bütün evi inletmişti. Kaşlarımı çatarak ona en öfkeli bakışlarımı savurdum. Onun adamları, gücü, parası... Hiçbir şeyinden korkmuyordum. Hele söz konusu Naz'ken. Kendi canımdan çok onun için endişeleniyordum. Ben alışkındım zorluklara. Ama o bütün bunları kaldıramayacak kadar kırılgandı. Benim nasırlaşmış bedenime benzemiyordu onun bedeni. "Buraya hiç düşünmeden onun için geldin ve hala onu düşünüyorsun ama bilmediğin çok şey var küçüğüm." dedi beyaz, parlak dişlerini bir kez daha göstererek. Bana seslenişinden hoşlanmamıştım. "Seni benim ağıma getiren ondan başkası değil çünkü." Bir şey söylemekten geçmiştim ama kirpiğimi bile kıpırdatamıyordum. Kalbim hızlı hızlı atarken bu duyduklarımın sıradan kabuslarımdan biri olmasını diledim. "Söz konusu o olursa hemen geleceğini, hiç düşünmeden kendini feda edeceğini söyledi." Naz'dan yükselen küçük bir nefes alış sesi dışında tüm ev sessizlikte yüzüyordu. "Doğrusu duygulanmadım desem yalan söylemiş olurum. Cesaretin, beklediğimden daha kuvvetliymiş. Hakkını vermem lazım." Ellerim titriyordu ve gözümden düşen tek damla yaş hala hayatta olduğumu söylüyordu. Aksi halde bir ölü gibi göründüğüme emindim. Yüzümde tek damla kanın kalmadığına ve bembeyaz olduğuma. "Konuşsana, bana bağırsana!" diye öne atıldı Naz. Sesi öfkeden titriyordu ve dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı. Benimse sanki bütün yaşlarım kurumuştu. Gözümden tek damla yaştan başkası akmadı. "Hala iyiyi oynuyorsun Dünya! Bıkmadan, usanmadan iyi kızı oynuyorsun! Kaybeden, itilen rolü de hep bana düşüyor!" Yutkunarak, havanın ciğerlerime gitmesine izin verdim. "Sen, bana bu adamın doğru söylediğini mi söylüyorsun?" Cevabının hayır olmasını çok isterdim ama öyle olmadı. Sorum sadece onun daha çok öfkelenmesine yaramıştı. "Evet, aptal! Hala nasıl anlamazsın? Her şey oyundu. Bütün ayrıntılarıyla! Bütün hayatının çok azını ayık geçirmiş biri olarak sarhoş numarası yapmak inan bana, benim için çocuk oyuncağıydı. Herkese karşı göğsünü germek için, bana benim ne kadar işe yaramaz olduğumu bir kere daha göstermek için hiç düşünmede geleceğini biliyordum!" Duyduklarımın hepsi birer kırık cam parçasıydı ve her yerim paramparça oluyordu. Naz'ın ağzında çıkan her kelime benim nefesimi kesmeye yetiyordu. Kendimi, bir odadan başka bir odaya girmiş gibi hissediyordum. Sanki,  hayatımdaki her şey değişmiş gibi. Değişmeye devam edecekmiş gibi. Ne söyleyebilirdim ki? En sevdiğim insanın beni aldattığını öğreniyordum ve içimdeki her şey yıkılmış, dökülmüştü. Demir'se tam karşıdaki tekli deri koltuğa oturmuş, keyifle bizi izliyordu. "Ne zamandan beri böyle düşünüyordun? Ne zamandan beri oynuyordun benimle?" Artık sesim cılızlıktan kırılacakmış gibi çıkıyordu. "Senden nefret etmeye ne zaman başladığımı mı soruyorsun? Peki. Konuşalım. Her şeyi ortaya çıkartalım. Hiçbir şeyin üstü örtülü kalmasın! Altı yaşındaydık. Ya da yedi. Sen benimle beraber bahçede oynamak istememiştin, evde oynayacağım, diye tutturmuştun. Yukarıda güneş. Hava sımsıcak. Ama sen aptal bebeklerinle evde kalmak istedin. Bense bahçedeydim, annemler mutfakta. Hatırladın değil mi o günü? Düşmüştüm. Dizimden akan kanlar çimleri kırmızıya boyamıştı ama annemin ve çok sevgili sürtük teyzemin söylediği tek cümle; neden senin gibi evde kalmayıp, bahçeye çıktığımdı! Neden sürekli sana benzemediğimi sorup durdu annem. Dizime bakmadı bile. Bana ne olduğu, ne hissettiğim, ne düşündüğüm... Hiçbirinin önemi yoktu çünkü sana benzemiyordum! Senin kadar uslu bir kız olmadığım için hep ihmal edildim. Sen kapalı bir kutuydun! Kim senin gibi olmak isterdi ki?" Artık ayakta kalacak güçü zor buluyordum. Söyledikleri tam kalbimi yakıyordu. Kavuruyordu beni. Nasıl söyleyebilirdi bunları? Ben neden bir kabusun içindeydim? Nasıl yıllardır bunu farkedemeden ona körü körüne bağlı kalmıştım. Titreyen dizlerimi herkesin farkettiğinden emindim. Güçlü kalmalıydım. Ne duyarsam duyayım yıkılmamalıydım. Bunu nasıl başaracaktım? "Sonra hasta olduğunu öğrendi bizimkiler. Ah, ne üzücü! Küçük, iyi kalpli kızımız bir de hastaydı! Ne kadar acınası bir durum değil mi? Hadi, hep birlikte üzülelim Dünya'ya. Zayıf bir kalbi var diye ona daha iyi davranalım!" Ve farkettim ki, en yakını insanın kolayca en uzağı olabilirdi. Kolayca onun canını acıtabilir, yerle bir edebilirdi. Kim kalmıştı ki şimdi yanımda? Sadece Derin. Derin, kahve gözleriyle gözümün önüne geldi Derin. Kimbilir, belki burada olsa bu kadar güçlü kalamadan, yığılırdım onun  kollarında. Gözyaşlarımı tutamaz, dimdik ayakta kalamazdım belki. "Sen ve ben hep farklıydık Naz. Çok farklıydık. Ben seni, kız kardeşim gibi görürken... Gerçekten hiçbir kelimeme değmezmişsin." Artık ağzımdan çıkanlara ben de inanamıyordum ama söylüyordum! Bana bütün bu acıyı yaşatmaya hakkı yoktu. Onu gerçekten seviyordum, bunu nasıl anlayamamıştı. Beni nasıl sahtelikle suçlardı? "Sen... Sen bana bunları söyleyebileceğini mi sanıyorsun? Sakın Dünya. Sakın mağduru oynama çünkü bu hikayedeki tek mağdur var o da benim!" Artık sadece ikimiz vardık. Odadaki diğer her şey, gözümde silinmişti. "Bana oyun oynadın..." diye fısıldayabildim. "Sen de inandın." diye fısıldadı.

  "Buraya gelmemdeki sebep okul değildi. Derin'i sevdiğini en başından beri biliyordum ve sürtük annenin neden gittiğini çok iyi biliyorum!" Hemen ona doğru birkaç titrek adım attım. Aradığım gücü bulamıyordum artık. Duyduklarım karşısında sadece savunmasız hissediyordum. Annemin yerini biliyor muydu? 

  "Bana annemin yerini söyle." diye fısıldadım öfkeyle. Belki de şu kapıdan girdiğimden beri kendi sesimi ilk kez bu kadar öfkeli duyuyordum. Dişlerimin arasından söylediğim bu cümleme ben bile şaşırmıştım. Sesim şu an hissetmediğim kadar güçle çıkıyordu. Gülümsedi. Sadece yüzündeki pis gülümseme bile öfkeme değiyordu. Arkadan gelen sese çevirdim başımı. Demir, yüzündeki sinsi gülümsemesiyle suratıma bakıyordu.

  "Bana lazımsın, küçüğüm. Zamanla her şeyi öğreneceksin." 


NOT: Geç gelen ama zorlamayla yazılmayan bir bölüm. Burayı özlemişim!

SİYAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin