26. Bölüm "En Güzel Mucize"

382 29 13
                                    

🐾 Adrien Agreste'in Ağzından 🐾

Âşık olduğunu herkesin içinde dile getirmesinin ardından kalbimdeki hissiyat zamanın beni sarmaladığı vakitte her yanıma yayılmıştı. Avucum yüreğimdeki sarsıntıyı dindirmek ister gibi göğsüme yerleşmişti. Nefes alıp verdiğim şu hayatta bana adayacağı en güzel duyguydu bu. Beni sevdiğini, bana önem verdiğini hem gözleriyle hem de diliyle dile getirmesi benim kalbimi harekete geçiriyordu. İlklerdi, bu duygular ilk ve sonsuz olarak hem yüreğime hem de dolunaya mühürlüydü.

Vazgeçmezdim.

Ceketimi çıkarıp yeniden onun omuzlarına bıraktığımda esen rüzgâr beni kendime getirdi. Vazgeçmezdim ama bir zamanlar vazgeçme ihtimali benim bütünümü zehirlemişti. Düşünmüştüm, hatta ellerimin arasından kayıp giden kağıda bile bunları dökmüştüm. Gözyaşlarımın düştüğü ve mürekkebin yer yer dağıldığı o kağıdı Marinette'e vermem vesile olmadığı için Tanrı'ya şükrettim. Hayır, o yazıları okumak istemezdi. O kağıda döktüğüm düşünceler ben değildim, ben olamazdım. Ben kendimde değildim ki. Kendim olabilmem için beni bir bütün yapan sevgilime ihtiyacım vardı ve şimdi yanımdaydı. Bütündük ve yine ben kendim olabilirdim.

Ruhum iki kimliğimin arasında sıkışmıştı, bunu inkâr edemezdim.

Ceketi sadece omuzlarına koyduğum halde küçük bedenine giymeyi tercih etmişti. Dudaklarından eksilmeyen gülüşünü takip ederken her seferinde olduğu gibi benim de dudaklarıma yaz ayı geldiği için neşeyle filizlenmiş filiz gibi bir gülücük yerleşmişti. Ceketimin içinde kaybolduğu için kendine güldü. Ellerinin görünmediğini belli eder gibi havada salladığında bir elini tuttum. "Çocuk gibisin."

"Sen de öylesin." dedi bana kafa tutarak. Gülerek omuz silktim. Haksız sayılmazdı, biz çocuk ruhluyduk. Ya da çocukluğunu yaşamak isteyen, çocuk olmaya çalışan ruh. Pek fazla bilinmezlik vardı.

Parmaklarımız birbirine kenetlediğinde benden gözlerini kaçırdı. Şaşkındı aslında ama mutluydu da. Adrien olmam onun için sorun teşkil etmemişti ki zaten böyle bir düşünceyi ben kendi zihnimde barındırmamıştım. Marinette artık beni biliyordu, seviyordu.

Seviyordu!

Sevilmek kadar güzel bir duygu var mıydı? Daha ötesini tatmamıştım. Belki vardı, tatmak isterdim. Sevilmekten daha baskın gelen bir hissiyat varsa Tanrı bunu hayatıma bağışlamalıydı. Çünkü ne olursa olsun ben bundan sonra mutluluğu tatmak istiyordum.

Elini tuttuğum minik kızımla birlikte mutlu olma yolunda ilerlemek istiyordum.

Kaldırım boyunca yürüyeceğimiz sırada kapanan otomatik kapı yeniden açıldı. Ardından ise Kagami'nin sesini duyduk, ellerimiz saniyesinde ayrıldı. Bu duruma karşın derin bir iç çekip vücudumun yarısını arkama döndüm, Mari de öyle yaptı.

"Adrien," dedi Kagami bize doğru yürürken. Ellerimi pantolonumun ceplerine soktum. Gecenin sert esintisi sarı saçlarımı sağa sola savuruyordu. Kagami ikimizin önüne geldiğinde yeniden yüzümü ona çıkardım.

"Bir şey mi söyleyecektin Kagami?" Çekik gözleri önce Marinette'e, ardından bana dokundu. Onun her seferinde otomatik kullandığı kırmızı aracı boş cadde üzerinde durdu ve arka kapısı açıldı. Marinette başını uzatarak bu teknolojiye merakla baktı, merakına ufaktan güldüm. Kagami bir şey diyecek oldu ama Marinette ondan önce konuştu.

"Aracın şoförü yok?" Gözlerini kırpıştırarak başını bana kaldırdı. Bu teknoloji yeni ve ilk olarak Japonya-Çin'de üretime ve kullanılmaya başlandığı için haberi olmayabilirdi. Aracın asistanı vardı ve şoföre gerek yoktu. Evet, biraz şaşırılacak bir teknolojiydi ama insanoğlu durmuyor, icaat çıkarmaya bayılıyordu.

Lain: Geri Dönüş (Ⅱ. Kitap) | MiraculousHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin