40. Bölüm - Geleceğin Taşları Diziliyor

1.2K 108 79
                                    

Mehmet'e sıkı sıkı sarılmak, kollarının arasında uyumak ve dünyanın tüm kötülüklerinden uzak kalmak isteyen bir yan vardı ve bu yan beni sarmalıyordu, diğer yanım ise Mehmet ile sevdiklerinin arasına girmemem için beni uyarıyor, şehzadelerin yüzlerini gözümün önünden bir an olsun silmiyor ve buraya bir hata sonucu geldiğimi fısıldıyordu.

Düşüncelerim kadar şiddetli rüzgar, başımdaki örtüyü önce omuzlarıma sonrasındaysa uzaklara uçurdu derin uğultusuyla. Atın üzerinde daima ileriye doğru gidiyordum. At arabasının içinde birçok kez geçtiğim bu yollar, tanıdık bir koku ile dolduruyordu ciğerlerimi. Bacaklarımın altındaki atın tüm kasları gergindi ve bugüne dek hissettiğim en güçlü rüzgara karşı bir şimşek hızıyla ilerliyordu. Atın eyerlerini öyle sıkıyordum ki, parmaklarım terlemiş ve eklem yerleri bembeyaz kesilmişti.

Köşkün görkemli duruşu gözlerime değdiğinde, eyeri biraz kendime doğru çektim ve at sanki bu hareketimi anlamış gibi hızla yavaşladı. Aniden durması ile birlikte ileriye doğru sendeledim, avuçlarımın içinde hissettiğim sızı yere düşmemi engelledi fakat yere düşmek daha mi olurdu diye düşünmekten kendimi alamadım zira avuçlarımın içi adeta sızlıyordu.

Ayaklarımı üzengiden hafifçe çektim ve yanıma aldığım ufak bezin arasındaki şeker kamışını ellerimin arasına alarak yere atladım. Ayağımı bastığım yerden yükselen tozlar, rüzgara karıştı. Boştaki elimle yelelerini okşadığım at, şeker kamışını beklercesine ağzını araladı ve ödülünü verdim. Ahıra girdiğim anda diğer atlarla birlikte yatan fakat gözleri sonuna kadar açık olan bu güzel atı, şeker kamışı ile kandırmıştım- yahut o da sıkılmıştı yatmaktan ve benimle bir maceraya atılmak istemişti. Böylesine asil bir atı kandırmak mümkün değildi herhalde, akıllı ve hızlı. Yıldırım kadar hızlı.

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım "Bana yardım ettin." Başımı onun başının üzerine yasladım, sıcak nefesi yüzümü okşuyordu soğuk rüzgara karşın. Doğmaya başlayan güneş, ilk ışıkları ile onun altın sarısı tüylerinde hayat buldu. "Kaçmak istiyorum fakat nereye? Kaçmak istiyorum fakat neyden? İnsan düşüncelerinden, hislerinden, korkularından ve zayıflıklarından kaçabilir mi? Kaçmaya çabaladığım her şey yüreğimin köşesinde ayaklarını uzatmış otururken, ben ne yapıyorum burada? Bu köşk mü beni düşüncelerimin ağırlığından kurtaracak yoksa köşkün ayaklarının altındaki bu derin orman, bu göl mü?" Göl deyişimle birlikte Mehmet'le en gizli anımız yeniden yaşanmaya başladı göz kapaklarımın ardında. Birlikte oturmuş, konuşmuş ve en gizli duygularımızı açığa vurmuştuk. Dizlerimdeki güç çekilmeye başlarken tanıdık fakat unutulmaya yüz tutan o sesle birlikte başımı kaldırdım. Kara Ağa benden uzakta fakat karşımda dikiliyordu.

"Ayşe Hatun'a haber verdik, birkaç saat sonra burada olacaktır."

Kaşlarım istemsizce çatıldı "Buraya geleceğimi nereden biliyordunuz?"

Ellerini önünde birleştirdi ve köşkün girişine doğru hafifçe döndü bedenini, işaret ettiği yöne kaydı bakışlarım. Mehmet'in atı köşkün girişinde duruyordu, kendisi de içeride olmalıydı. Başımı kaldırdım ve bana dönük olan pencerelerde gezindi bakışlarım, fakat pencerelerin her biri kalın kumaşlarla örtülüydü. Yalnız birinde hafif bir tül vardı, bir hareketlilik beklerken Kara Ağa'nın sesi ile odak noktamdan uzaklaştırıldım "Hünkarımız içeride, sizi bekliyor."

"Ne zaman geldi?" dedim hadsizce.

Gözlerimin içine sessizce baktı bir süre fakat sonra yeniden araladı dudaklarını "15 dakika kadar oldu."

Sırtımı aniden Kara Ağa'ya döndüm ve parmaklarım saçlarıma gitti huzursuzca. Benden çok daha sonra ayrılmasına rağmen, benden önce burada olmuştu. Yol üzerinde neden birbirimize rastlamamıştık? Başka bir yoldan geldiğini düşünerek derin bir nefes aldım, ne soracağını yahut ne diyeceğini merak ediyordum.

İki Yangın ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin