Bölüm 48

266 19 0
                                    

O geceyi yarıp geçen güneşin huzmeleri semaya doğru çıkmaya başladığında, Mardin'de cenaze vardı. Konağın girişinden etrafındaki tüm sokakları kaplayan arabalar, Bekir ağa için gelmişti. Cenazeye gelen herkesin hayatına en az bir kere dokunmuştu. Konakta, göz gözü görmüyordu. Komşular ellerinde tepsilerle tencerelerle geliyor, acı düşmüş ocağa aş bırakıyorlardı. Birlik beraberliğe önem veren doğulular, iyi günde de kötü günde de sıkı sıkıya birbirlerine tutunuyorlardı.  Yaşmaklı karılar için sandalyeler dizilmiş herkes öğle vakti gelecek olan cenazeyi bekliyordu. Her gelen, Bekir'in karısını, çocuklarını görünce ağlama uğultuları sık sık duyuluyordu.

Bütün yükü omuzlarında hisseden Kenan kendisini öyle sıkıyordu ki, ağlamayacaktı. Çünkü bu hayatta her zor anda kendi üzgün olsa da birileri için güçlü durmak zorunda birileri vardı. O da onlardan biriydi. Eğer koyverirse duygularına, diğerleri de çökerdi. O güçlü durmasa kim yapacaktı onca işi?

Sabahın erken saatlerinden beri, eve gelen artıyordu. İlk önce sülale gelmiş, Bekir'in erkek kardeşleri, kız kardeşi, onların çocukları, torunları derken tüm SARAFOĞLU AŞİRETİ konaktaydı. Ağırlık, Batman'dan gelmişti. Sülalenin yarısı oradaydı, belli bir kısım da Erzincan'dan gelmişti. 
Kenan amcaları ile beraber konak kapısının önünde duruyordu. Ardı arkasına yaktığı sigara ciğerine doluyordu. 

Deniz, misafir odasından çıkıp aşağı inmeye başladı. Gebeliğinin 6. ayındaydı ve göbeği iyice belli olmaya başlamıştı. Bahçedeki kalabalığın arttığını gördü. Merdivenlerden indiği gören çoğu kişi fısıldaşmaya başlamıştı. Hayat, bilhassa dışarı çıkmak istemese de mecburdu. O artık bu konağın geliniydi ve Handan hariç herkes ona olması gerektiği gibi iyi davranıyordu.  Biraz evvel, Deniz'i misafir odasına çağırıp az da olsa konuşabilme fırsatı yakalayabildi.  Deniz ona samimi davransa da abisinden dolayı mesafeliydi, bunu gözleriyle görebilmişti. Konuşmanın kendisine iyi geleceğini düşünmüştü ama o an daha yalnız olduğunu hissedip daha da üzüntü içinde kaldı. Bir başınaydı, herkesi kaybetmişti ve hiçbir şey olmamış gibi insan içine karışması gerekiyordu. 

Deniz'in ardından birkaç saniye sonra, siyah elbise giymiş, başına da gelinlerin taktığı beyaz yaşmağını geçirmiş şekilde aşağı indi. Tipik bir doğu gelini olmuştu. Puslu gözlerinin etrafına sürdüğü sürme, gözlerini daha derinleştirmişti. Başını dik tutarak salına salına aşağı indi. Her bir adımını yavaşlatıp ona bakan yüzleri inceledi. Mutfağın önünde oturmuş Handan, onu görünce yüzünü astı ama istemese de artık geliniydi. Handan, avlunun köşesinde mahallelinin arasındaki  Fatıma'ya ve onun kızı Hejagül'e baktı. Bu kızı istiyordu oğluna, anası ara ara konağa gelir, hal hatır sorardı. Kızı da pek marifetliydi, iğnesinden oyasına tam ev çekip çevirecek oğluna karı olacak bir kızdı. Böyle çok bilmişi değil.  İstemeye istemeye ayağa kalkıp, kayınpederinin tarafına, gelini Hayat'ı takdim etti. Hayat, Handan annesi kişileri gösterip kim olduklarını söylerken ellerini öpüyor, baş sağlığı diliyordu.

- ''Hayat Buke, kızım bana bir bardak su getir hele.'' dedi, rahmetli Bekir Ağa'nın kız kardeşi Hatice bibi.  Hayat, tabi der gibi gülümseyip mutfağa girdi. Bir bardak suyu alıp ondan isteyen kadına getirip uzattı. 

Rüzgar siyah takımıyla içeri girdiğinde telaşlı görünüyordu. Gözleriyle Deniz'i arayıp bulamayınca hemen aradı. Birkaç çalış sonrası açan karısı, mutfakta oturduğunu söyledi. 
Dışarı çıkan Deniz kocasını görünce, telefonu kapatıp yanına gitti. 

- Koliler nerede, adamlar su bekliyor. 

- Şuradalar. Deyip, kolilerin konulduğu duvara ilerledi. Kendisi alamayacaktı ama kocasıyla görüşme fırsatı yakalamışken hemen konuya girdi.

- Aşkım, babamlar gelmeyecek mi? Herkes kaynanan nerede diye soruyor.

- Geliyorlar aşkım cenaze gelmeden yetişirler. 

Deniz ( FİNAL) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin