Elma Bahçesindeki Ev

10.4K 993 525
                                    

Kaybetme korkusu; hepimizde az çok bulunan, insanı halden güçten düşüren çok çaresiz bir duygudur. Özellikle geçmişte en sevdiklerini yitirmiş insanlar bunun nasıl bir his olduğunu çok iyi bilirler. Bu korku, öyle yoğun bir duygudur ki, birini sevmeye başladığınızı hissettiğiniz daha ilk anlarda sizi avlar. Yüreğinizi zehirli bir sarmaşık gibi sarar, sinsi ve yavaş bir şekilde içten içe zehirler. Güzel olan herşeyden korkarsınız, sizi mutlu eden herşeyden korkarsınız, huzursa hissettiğiniz, güvense eğer ondan bile korkarsınız. Sevdiklerini kaybetmiş insanlar kaybetmenin acısını iyi bilirler ve bir daha yaşamamak için sevmekten bile kaçabilirler. Hırçınlıklarını mazur görün. Kendini mutluluğa bırakmak çok zordur yaralıysanız, çünkü bir kez dağılırsanız bir daha çok zor toparlanırsınız.

İşte bu yüzden kaçabildiğiniz son noktaya kadar kaçarsınız.

Ve en kötüsünün bu olduğunu sanıyorsanız... yanılıyorsunuz. Çünkü daha kötüsü de vardır.

Birini kaybedeceğinizi bile bile sevmek.

Atlas'ın bana,

"Seni bırakamam." dediği an, beynimde şimşeklerin çaktığı ilk andı. Herşeyin, sonu baştan yazılmış bir hikayenin ortasındaki boş sayfaları doldurmaktan ibaret olmadığını ve aynı zamanda, onun beni sevmesinin başıma gelebilecek en kötü şey olduğunu anladığım andı.

Bir aydınlanma anıydı ve bir o kadar da korkunç bir andı. Üzerimden çekilmesi için tüm gücümle ittirdim.

"Sana bizim neden olamayacağımıza dair bin tane sebep gösterebilirim."

"Göster." diyen ses tonu tatsız, keyifsizdi.

Karanlık odada biraz önceki yakınlığımız yerini yan yana uzanmaya bırakmıştı. Atlas güçlü dirseğini yatağa dayamış ne söyleyeceğimin merakıyla yüzüme bakıyordu.

"Bu şekilde olmaz. Oturalım, düzgünce konuşalım." dedim.

"Tamam." dedi yüzü hepten asılarak. Yataktan kalktı, elini uzatarak kalkmama yardım etti. Ardından kahve yapmak üzere mutfağa gitti.

Elimizde dumanı tüten kahvelerimizle, üçlü salon koltuğuna yüz yüze bakacak şekilde oturduğumuzda saat geceyarısını çoktan geçiyordu.

"Çok farklıyız seninle." dedim. "Hiçbir konuda anlaşamıyoruz, sürekli kavga ediyoruz. Kedi köpek gibiyiz baksana. Az önce seni öldürmek istiyordum, şimdi oturmuş bizden olur mu'yu konuşuyoruz. Bu bile başlı başına nasıl bir delilik içinde olduğumuzun kanıtı gibi."

"Çok güçlü bir çekim var aramızda. Hiçbir şey bilmiyorsam bile bunun, az kişinin karşısına çıkan bir şey olduğunu biliyorum."

Ne yazık ki söylediği gerçek olmasını istemeyeceğim kadar gerçekti. Aynı anda onu hem parçalayacak kadar öfkeliydim, hem de içime katacak kadar kararmıştı gözlerim. Delirmeye bir kala bir ruh haliydi. Kontrolsüzce büyümüştü hislerim.

"Bir ilişkinin temeli olmak için fazla tehlikeli değil mi? Dinamit gibiyiz, havaya uçarız bu gidişle."

Tatlı tatlı gülümsedi.

"Uçarız."

"Ölürüz o zaman."

"Ölmeyiz. Çok daha yaşanılası olur."

Elimdeki kahve fincanını alıp sehpanın üzerine bıraktı. Daha fazla mesafeye dayanamıyormuş gibi bir kez daha kollarının arasına çekti. İçim gidiyordu, bir o kadar da çırpındıkça batıyormuş gibi hissediyordum.

"Korkuyorum." diye sayıkladım. "Kontrol edemiyorum. Çok hızlı gelişiyor. Biraz sakin olamaz mıyız?" Kollarının arasından sıyrıldım. "Ne olduğunu anlamadan kendimi kollarında buluyorum. Tekrar ve tekrar ve tekrar... Daha da ötesi, konu bile değil. Oysa bunun sağlıklı bir temeli olmalıydı. Görüyorsun ki yok. Neden hissediyoruz bu çekimi? Sebebi var mı? Yok."

POBEDAWhere stories live. Discover now