Köprü

7.8K 752 717
                                    

Rekor uzunlukta bir bölüm. Sanırım bugüne kadar yazdığım en uzun bölüm. Okurken yüzlerinizde oluşan ifadeleri görmeyi çok isterdim. 🙊

Şarkı: Billie Eilish - Six Feet Under

"Hoşgeldin oğlum."

Kenan Dorukan, dikkat çekici kuzguni bakışların kapladığı yüzünde apaçık bir gururla övündüğü oğluna sarıldığında bir yumruk misali sıkıldı midem. Az öncesine kadar gülen yüzümde plastik, suni bir ifade yapıştı kaldı. O ikisini bir arada ve gülen yüzlerle görmek her zaman ileriye itelediğim gerçeğimle bir yüzleşme anı gibiydi. Bütün hikaye başa sarmıştı adeta ve ben ciğerlerimi dolduran hava gibi nefreti soluyordum.

Tunç'un onlara bakışındaki çözülmez sandığım ifade birdenbire çözülmüştü sanki. Birdenbire üçüncü gözüm açılmış gibi, herşeyi çok iyi anlar olmuştum. Tunç, Atlas'tan da Kenan'dan olduğu kadar nefret ediyordu ve benim aksime o ikisini çok daha fazla bir arada görmek zorunda kalmıştı. İnsan tiksindiği birine bakarken o tiksinti yanı başındakilere de bulaşmaz mıydı? Biraz daha onlara bakarsam hissettiğim tiksinti bana bile bulaşacaktı.

Atlas, babasıyla tanışmamı zaten istediği için Kenan'ın bugün burada oluşunun benim üzerimdeki etkisini önemsemeyeceği ortadaydı. Hatta belki de bu zoraki karşılaşmadan mutlu bile olacak, üstümüzden attığımızı düşünecekti. İçimde usul usul tutuşan bir öfkenin tüm yakıcılığını hissettim. Kenan denilen insan artığının en son hatırladığım halinden ne kadar zayıf ne kadar yorgun göründüğünü farketmek bile umrumda olmadı. Aylardır oğlunu temizlemeye mecbur kıldığı pisliği biraz olsun kendisini hırpalamışsa ne olmuş? Atlas'ın onunla yakın oluşunu bir türlü hazmedemiyordum. Tam karşımda şu an Kenan'a yönelen nefretimin Atlas'ı da kuşatmasını istemediğim için bakışlarımı onlardan başka yöne çevirdim.

Yiyeceklerin dizildiği masaya doğru yürüyüp kalabalığın görüş açısından uzaklaştım. Birileri şen şakrak şakalar yapıyordu. Bense sanki bulunduğum odada tüm hava emilmiş de nefes alamıyormuş gibi hissediyordum. Masa camın hemen önündeydi. Karaköy'ün tarih kokan eski binalarının kiremit çatılarından birinde eşiyle koklaşan bir çift kumruya görmeyen gözlerle baktım. Tam arkamda, fısıltıya yakın bir kısıklıkta,

"Buradan hemen gitmek ister misin?" diye soran sesle ürperdim.

"Sorma bile." dedim tereddütsüz.

"Hadi gel." diyerek beni önüne kattı. Bunca kalabalığın içinde sanki görünmezmişim gibi hissederek hemen yanına gölgesine sığındım. Diğerleri rahatça oturup laflayabilecekleri büyük dersliğe doğru ilerlerken heyecan dolu cümleleri birbirini eziyordu.

"Fotoğrafları göster fotoğrafları. Paylaşıma yüklemişsin hepsini. Yemin ederim birlikte izleyelim diye açıp bakmadım."

"Ana kamptayken hallettim o işi. Ama sponsorlar için Dia gösterisi hazırlamam lazım. Bana yardım edersiniz."

"Ederiz. Ederiz."

"Durun adam önce bir kendine gelsin ya."

"Anlat neler oldu? Nasıl geçti?"

"Anlatacağım hepsini. İpek nerede?"

"İpek kim?"

Sonuncusu Kenan'ın sesiydi. Onun sesini duyunca hepten gerildim. Atlas çağırır çağırmaz kolunun altında bitmemi bekliyorsa daha çok beklerdi. Bu emrivaki kaldırabileceğimin ötesindeydi. O arkadaşlarıyla gülüşmekle meşgul oladursun, ben Tunç'un eşliğinde seri adımlarla kapıya doğru yürüyordum. Baya kalabalıktı. Kaç kişi toplanmıştı bugün? Gelenlerin hepsi kulüpten simalar değildi. Tanımadığım yüzler vardı.

POBEDAWhere stories live. Discover now