Pobeda 2 (1. kısım)

8.9K 844 627
                                    

Bölüm Şarkısı: Katy Perry - Rise

2. kısım yakında...

Her bireyin payına düşen yaşam döngüsü günün birinde ölümle tamamlanıyordu. Hangi yoldan yürürsek yürüyelim eninde sonunda aynı yere varıyorduk bu yüzden hepimiz eşittik. Yaşamak kadar kaçınılmaz olan doğumda ve ölümde eşitleniyorduk.

Fakat gerçek hayat böyle bir şey miydi? Benim babam ölmüştü, Atlas'ın babası ölmek üzereydi. Neden herşey bu iki değerde eşitlenmiyordu? Neden hiçbir şey bu kadar basit değildi? Neden seçtiğimiz ya da seçemediğimiz yollar bizi birbirimize çıkarmıyordu?

Bir zamanlar, başlarına ne gelirse gelsin, kendi sonsuzluğunda kavuşacağına söz veren iki insanken şimdi neden yan yana fakat fersah fersah uzaktık birbirimizden?

Hayat düz bir çizgiden ibaret değildi ve başkalarının yargılarıyla açıklanmıyordu.

Bilinmezliğe hareket etmek üzere olan bir uçağın içinde kalkış saatini bekliyorduk.

Çok yorgundum, tarifi güç derecede bitkindim ve umut etmenin lüks kabul edileceği bir durumun içerisindeydim. Buna rağmen içimde yatışmayan kasvetli bir heyecan vardı. Tüm yaralarıma ve yaraladıklarıma rağmen içimde yeni başlayan bir şeylerin telaşı vardı. Umut değildi bu. Elimde de değildi. Nefes aldığım sürece yaşıyordum ve içimdeki yaşam enerjisini kontrol edemiyordum.

Yanı başımda Atlas, ifadesiz ve sessizdi. Biletlerimizi alıp pasaport kuyruğundan geçene kadar buram buram hissedilen gerginliği uçağa bindiğimiz anda dinmiş gibiydi. Beni cam kenarına oturtup kendisi de yanıma oturduktan sonra uzun ve derin bir soluk koyverdi. Koltuğunu geriye yaslayarak olabildiğince rahat bir konum aldıktan sonra kollarını göğsünde kavuşturarak gözlerini kapadı. Aramızdaki iletişim seviyesi bu derece yerle yeksandı. Oysa bilmiyordu, öylece mermer bir anıt gibi yanı başımda uyurken bile benim kalbim onun varlığıyla çarpıyordu. Yüzünün her bir detayını sanki ilk kez görür gibi inceliyor ve ilk günkü kadar çok beğeniyordum. Bilmiyordu. Kalbime saplanan birer ok gibi kirpiklerini tek tek sayarak her birinin ucuna umutsuzca yenilenen dileklerimi astığımı... koluma değen koluyla kalbimin temposunun nasıl bir hal aldığını, soluk alışını dinlediğimi, verişini dinlediğimi, bir tek onun yanında kendimi güvende hissettiğimi bilmiyordu.

O, bu zorunlu yolculuğun bizim adımıza söylenecek son sözlerden ibaret olacağına inanıyordu. Şimdi uyuyordu, uyanacak, düşünecek, bizim için kendince uygun göreceği daha az acılı bir ayrılık yolu önerecekti. Ve ben de bir yerde zayıf düşerek kabul edecektim.

Gece boyunca sürecek uzun bir yolculuktu. Uçağın içi soğuktu. Beş dakikada ne bulursam içine attığım devasa bir tırmanış çantasıyla evden çıkmıştım. Kışlık giysilerim kargoya verdiğim bu çantanın içinde kalmıştı. Üzerimde ise alelade bir kot ve tişört vardı. Atlas'ı uyandırmamak için yerimden bile kıpırdamıyorken iki kez yanımdan geçen hosteslere sesimi duyurup da battaniye isteyemedim. Saatler ilerledikçe ısı daha da düşüyor gibiydi. Ayaklarım birer buz kütlesiydi artık. Uyuyarak üstesinden gelmeye çalıştım. Üşürken uyunmuyordu da. Nihayet yemek servisi başladı. Midem soğuktan taşlaşmış gibi hissettiğim için herhangi bir şey yiyemeyecektim. Görevliye,

"Yemek istemiyorum. Bana sadece battaniye bulabilir misiniz?" diye ricada bulundum.

"Tabi." diyen kız baş üstlerinde benim için battaniye aramaya koyulurken Atlas fısıltıma rağmen uyanmıştı.

Yüzündeki ifadesiz tavır değişmeksizin,

"Üşüdün mü?" diye sordu.

"Yok, çok sıcakladım. Hazır yanıyorken biraz daha fenalık geçirebilmek için istedim battaniyeyi."

POBEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin