Bugün Çok Geç

7.4K 810 207
                                    

Bölüm şarkısı: Tom Walker - Leave A Light On

Kritik bir bölüm. Hem de çok kritik. Yayınla'ya tıklar tıklamaz elim kalbimde, gözüm yorumlarınızda olacak 🙊💥

"Atlas?"

Kalbim kulağımın içinde zonklayarak atarken kapıyı kapatıp çıkmakla içeri girmek arasında kararsız bir halde kaldım. Kıpırdayamadım. Seslenişine karşılık alamayan sesin sahibi benden daha kararlıydı. Kimin geldiğini görmek üzere salonun girişinde belirdiğinde birbirimize baktık ve uçsuz bucaksız bozkırlar boyu dolaşan rüzgarlar kadar keskin bir sessizlik oldu.

En pahalı kuaförlerden çıkma sarı saçlarına, şık kıyafetlerine, ilk bakışta porselen gibi kusursuz biçimde ışıldayan cildine baktım. Fakat bu yapay kusursuzluğunun altında tüm kusurlarıyla apaçık duruyordu önümde. Yaşlanmıştı. Makyajın bile gizleyemediği kırışıklıkları onu yaşının getirilerinden bile yorgun gösteriyordu. Kederli ve endişeli bakışlar vardı koyu mavi gözlerinde. Bir zamanlar okulun en güzel kızı olduğunu söylerdi annem onun. Her zaman yıkılmaz bir görüntüsü olduğunu ve kusursuz görünmenin onun için ne denli önemli olduğunu biliyordum. Şimdiyse karşımda manikürlü ellerini kanatıyordu farketmeden.

Sude Dorukan'ın o çok iyi bildiğim yüzüne bakarken düşündüğüm milyonlarca şey vardı bu yüzden "Merhaba." diyemedim. O da demedi. En baskın endişem beni tanımasına yönelikti fakat o da tıpkı oğlu gibi beni en son babamın cenazesinde görmüş, orada bile yüzüme bakmamıştı. Kocasının yaptığı üzere mahkeme salonlarına gelmeye tenezzül etmediğinden onlu yaşlarımın hiçbir evresine tanık değildi. Bu yüzden derin bir nefes aldım çarpan kalbimi sakinleştirmek üzere. O ise benim aksime iri iri açılmış gözlerle bakıyordu bana.

"Kimsin sen?" diye sayıkladı.

Soru onun ağzından duyulduğunda kulağı okşayan bir melodi gibi geliyordu kulağa. Kimdim ben sahiden? Sude Dorukan'ın beni muhatap kabul etmesi için kim olmam gerekiyordu? Gözleri elimde tuttuğum anahtarlığa takılmıştı. Anahtarları evin girişinde Atlas'ın her zaman koyduğu yere bıraktım. Bakışlarımı yeniden sevdiğim adamın annesine çevirdim. Sevdiğim adam, diye tekrarladı zihnim. Böylece kelimeler dilimden daha fazla nazlanmadan döküldüler.

"Atlas'ın kız arkadaşıyım." dedim.

"Seni daha önce gördüm mü?" diye sordu histerik bir biçimde. "Gözlerin...çok tanıdık geliyor bana."

Nefesimi tuttum. Hayır, ben değil. Ben değil. Ben değil. Ben değil, diye çığlık attı içim. Çocukluğumda dahi hiçbir zaman bana gören gözlerle baktığını hatırlamıyordum. Bu gözler bana ait değildi, babamın emanetiydi bana. Bu kadın olsa olsa...

"Hayır tanışmadık." diyerek kestirip attım.

"Karıştırıyor olmalıyım." dedi o da silkinerek. "Çok eskiden sevdiğim..." Kendini düzeltti. "tanıdığım birinin gözlerine benzettim."

Bunu söylediği an gözlerimi yummak istedim ve onun günün birinde babamla ya da annemle arkadaşlık ettiğini unutmak, körü körüne üstüne atlamak ve boğazına sarılmak istedim. Bulunduğumuz alanı dolduran yoğun parfümünden bile tiksiniyordum onun.

"Neden buradasınız?" diye sordum.

"Sen neden buradasın?" diye sordu kendine kavuşarak. "Oğlum nerede?"

"Atlas'ın işi çıktı. Eve daha sonra gelecek."

"Birlikte mi yaşıyorsunuz?" Onu tatmin edecek herhangi bir cevap vermek istemedim.

"Bu konuları oğlunuzla konuşsanız daha iyi olur."

Süngüyü dik tutmaya çalıştığı çok belliydi ama dik başlı tavrım karşısında gerilemek zorunda kaldı. Derin, yorgun bir soluk koyverdi.

POBEDAWhere stories live. Discover now