Adalet Terazisi

7.4K 829 526
                                    

Bölüm Şarkısı: Erdem Akın - İsimsiz Türkü (bu şarkıyı dinledikçe aklıma İpek'le Atlas geliyor diyen bergamotlucayy  'a teşekkürler 💕 sayende artık benim de)

Ağladıkça daha çok yanan, daha çok kanayan bir yarayı ıslatan gözyaşlarım sessizdi. Dilim suskun, yüreğimse bir yangın yeriydi.

Benim babam ölmüştü.

Ölüm ve kalım arasında incecik bir ipin ucuna tutunduğu yaşamını kendi elleriyle sonlandırmıştı. Yaşanabilecek sayısız güzel günlerimiz bir göz açımlık sürede imkansıza ulaşırken o sadece "Karımla kızıma onları çok sevdiğimi söyleyin." diyebilmişti. Nasıl? Bir insan nasıl olur da bir başkası yaşasın diye kendi canından vazgeçecek kadar fedakar olabilirdi? Bende bu sorunun bir cevabı var mıydı? Örneğin ben, çok sevdiğim o adam uğruna kendi canımdan vazgeçer miydim?

Kaderin yüzümüze alay edercesine güldüğü bir andı bu. Kendi kendime sorduğum sorunun cevabını babam vermişti çoktan. Benim babam, Atlas yaşasın diye kendi canından vazgeçmişti. Bir insan için iki ömür feda etmek çok fazla değil miydi? Ne kadar kıymetliydi Atlas? Babamı hayattan koparıp, annemi ve beni karanlık bir geleceğe mahkum edecek kadar kıymetli miydi?

Yaşananların Atlas'ın ağzından en acı halini öğrenmiş ve bugüne dek hiç taviz vermediği dürüstlüğüne inanmışken, Dorukan'ların babamın emanetlerine nasıl davrandıklarını düşünmek içimi çok acıtıyordu. Tam karşımda, kan çatağına dönmüş gözlerle bana bakan Atlas'ı sevdiğimi içimden bile söylemek ağırıma gidiyordu. Artık. Artık ağırıma gidiyordu. Bunca zaman anlatmasını istememe rağmen olacakları bilirmişçesine kaçtığım gerçeğim tüm acımasızlığıyla zihnimin duvarlarını yumrukluyordu. Her yük sahibine ağırdı, benim yükümse taşıyamayacağım boyutta hissettiriyordu bana. Allah dağına göre kar verirmiş diyenler, dilerim hiçbir zaman benim yaşadığım gibi bir ikilemle sınanmazlardı.

Derin bir nefes verip, ellerimi yüzümden, saçlarımdan geçirdim. Başım çatlarcasına ağrıyordu. Saç tellerim tek tek kökünden acıyordu. Bedenim amansız bir hastalığın pençesinde gibi bitkindi. Bakmaya dayanamadığım gözlerinden bakışlarımı çektim. Öne eğildim. Ellerimi birleştirdim.

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.

Sustu. Sustu. Sustu. Dakikalar öncesine kadar buz tutmuş bir şelalenin çözülüp çağıldaması gibi yıllar yılı susmanın yükünü, hiç susmayacakmış gibi konuşarak atan Atlas, şimdiyse ölümüne susuyordu.

Beklediğim cevap gelmediğinde hafifçe başımı çevirip ona baktım. Tek elini yüzüne örtmüş, gözlerini kapatmıştı.

"Bir şey söylemeyecek misin?" dediğimde gözlerini araladı.

"Yeterince şey söylemedim mi sence de? Söylenecek daha ne kaldı?" dedi.

"Söyledin." dedim hak vererek.

"Beni asla affetmemeni gerektirecek kadar suçluyum."

Atlas, tırmanışa gittiklerinden beri babasını desteklediği her kararının bu ölümcül sona ulaşmalarına sebep olduğunu ve dolayısıyla babamın ölümünde kendi suçunun olduğunu düşünüyordu. Cigit dönüşü babamı Khan Tengri'yi atlayarak Pobeda'ya gitmek konusunda ikna etmese, belki bu kaderi yaşamayacaklardı. Babasının parmak uçları donduğunda bunu gizlemeye ortak olmak yerine babama söylese, Pobeda'da yarı yoldan döneceklerdi ve belki de babam bugün hayatta olacaktı. 5. kamptaki mağarada babamla konuştuktan sonra kendi babasını kurtarmaya çalışmak yerine geri dönüşe geçmeyi tercih etse, bugün babam yine hayatta olacaktı. Verilmiş pek çok karar, gerçekleşmemiş pek çok olasılık vardı. Biri dışında hiçbiri yaşanmadığı için, diğerlerinin bugünkü olası sonuçları hakkında kesin konuşmak imkansızdı. Sadece şunu söyleyebilirdim; Atlas, babamın tutunduğu ipi kesen kişi değildi. Babama bu fedakarlığı yapması için o çakıyı veren kişi de değildi.

POBEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin